Eminim bir çok pazar yazısı okumuşsunuzdur Büyükada ile ilgili. Ama bu en güzeli!
“Güzel günler bizi bekler” derken pek de inanasımız gelmemişti Aylin Aslım’a ama inanmalıymışız aslında.
Adaya giden motoru (vapur, feribot, tekne vs. değil) burun farkıyla kaçırmamızla başladı bu güzel gün. Hemen ardından bekleyeceğimiz 20 dakikanın (:ki her zaman 10 dakikalık bir rötar payı eklemeliyiz:) hiç bir önemi yoktu elbette. Hava öylesine mis öylesine bizdi ki.
“Yavaş rüzgarı altına alıp denize gitti martı..” Martılar da Oruç Arouba’nın bu hoş söyleminden yola çıkmış olsalar gerek; bize pek eşlik etmediler, kıyıda beklediler bizi etçil bir martı hayvanını simite alıştırdığımız için şükranlarını sunarak..
Ve nihayet adamıza vardık. Ada dediysek Ünlüler vs Gönüllüler adası gibi değil. Küçük Esnaf onları “kuru kalabalık” olarak nitelese de, seçme ve seçilme hakkı olan hınca hınç insan kalabalığıydı onlar.
Kulağımızda ” Dadafon – Slow Day ” çalmasa da aralarında “Factotum” filminin İstanbul versiyonunu çekmeye aday bir sürü amca, teyze gözlemleyebildik.
Adanın o eşsiz doğal kokusu ile birlikte yürümeye, tırmanmaya başladık o hafif yokuş yolu arkamızdan atlılar gelirken. Tabii ki faytonları eleştirmeyi de unutmadık bunu yaparken. (O atlara yazık yapmayın, binmeyin nolur!) Çimen kokulu, eski mi eski, ne satılan, ne ihtiyacı olan uzaktan yakın bir akrabaya verilen, ne de içinde oturulan villayı geçtikten sonra birden duruverdik. Buradan sonrasını atlarla devam edeceğiz repliğini anımsayıp yüzümüzde bir gülümseme ile gerisi geriye dönüverdik.
Kordon boyunu kararlı adımlarla yürürken, birden cafe ve restaurantlarla dolu her m2 si rant kokan o ticaret yolunun sonuna geldiğimizin farkına varmamızla birlikte tercihen alkol de tüketebileceğimiz bir yer aramaya başladı gün ışığından daha çok sevgiyle parlayan gözlerimiz 🙂
Yerimizi bulmuştuk artık. Her şey tam istediğimiz gibi, sessiz sakin sadece bizi beklerken simitlerini yudumlayan martı sesleri olmasa da bol miktarda gıybet, çoluk çocuk, çatal bıçak gürültüsü fonu bizi karşılıyordu. Bu görkemli karşılamanın ardından yerlerimize otururken ne yiyeceğimize ait karar oranın deneyimli servis görevlisi tarafından verilmişti bile. ” Burası balık restoranı olduğu için deniz ürünleri yiyeceksiniz herhalde ” bu cümle bizim için bir kural bir kutsal oldu ve deniz ürünlerimizi söyledik.
Umutsuzluklarımızı sıfırlayıp hayallerimizi bol tuttuk. Geleceğimizi çizerek içerisine kendimizi yerleştirerek masamızdan ayrıldık.
Spesifik bir amacı olmayan, bir yere varmayan bir yol için fazlasıyla mutlu hissederken küçük tatlı selfielerle bu hislerimizi ölümsüzleştirmeye bile çalıştık.
Dahası yanımızdan öyle umarsız, öyle vurdumduymaz, öyle cool bir biçimde geçen American Psycho’nun Patrick Bateman’ını, The Prestige’in Alfred Borden’ını aratmayacak rahatlıktaki amcanın bizi dumana boğması günün unutulmazları arasına girmişti bile.
Mutluluk verim oranı %100 ü bulan bu güzel günü sonlandırmak için adımlarımızı motor bileti alacağımız alana doğru atmaya başlasak da her adımımızda ayrı bir kare bizi kahkahalara boğdu. Cancan (cavcav) Cafe, kafası kadar külahtan dondurma yiyen teyze, Yaran 1 isimli motor bunlardan sadece bir kaçı. Dönüş yolculuğumuzda m2 başı 3 yetişkin+6 çocuğun düştüğü motora binen bir geline “bi sen eksiktin” diyerek tatlı bir laf koyma sırıtışını gösteren teyzeden bahsetmiyorum bile 🙂
Motor döndü, gün bitti, biz indik, biz güldük ve biz yürüdük mutlu mesut..
Gün, yine başladığı şarkıyla bitti.
Güzel günler bizi bekler
Sadece inan yeter, inan …

Kahve, keyif ve yaşam platformu.