Gösteriliyor: 11 - 20 of 50 Sonuçlar
#bikahvebisohbet

Moda ve Sosyete: Pelin Kaya

Pelin Kaya, nam-ı diğer moda ve sosyete… O, deyim yerindeyse moda dünyasının cesur kalemi, ünlülerin ise korkulu rüyası. Yerinde ve tam kararında stil eleştirileriyle  moda gündemini belirleyen Pelin Kaya ile sosyal medyayı, ünlüleri, moda ve sosyeteyi konuştuk.

Gazeteci kimliğiniz bir yana, takipçileriniz aslında sizi modavesosyete olarak tanıyor. Nasıl başladı sizin sosyal medya hikayeniz? 

Hikayem 2008 yılında açtığım blogla başladı. Her gün vaktimi ayırıp modayla ilgili yorumlarımı, eleştirilerimi yapıyor ve toplumun her kesiminden insanın büyük ilgisini topluyordum. YazılarımıSabah Gazetesi’nde köşeye ve Instagram hesabımada taşıyarak etkileşimim büyüdü ve bugünlere harika bir şekilde geldik.

Diğerlerinden farklı olarak ne yaptınız da bu kadar çok büyüdünüz ve sevildiniz?

 Blog yazdığım zamanlarda kimliğim bilinmiyordu ve o yıllarda benim yaptığım türde eleştirel yorumlamalar yapan yoktu. Çok iyi bildiğim, emin olduğum ve söylemekten çekinmediğim görüşleri okuyucularımla paylaştım. Biraz sivri dilli olmak, bunun yanında nokta atışları yapmak, kişileri kayırmamak ya da hak edilmemiş övgülere yer vermemek güven oluşturdu. Elbette ki bu sonrasında sevgiyi de getirdi. Böylelikle hep birlikte büyümüş olduk.

Bugün pek çok kişi sosyal medya fenomeni olmak istiyor.  Siz bu dünyanın içinden biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Herkes fenomen olabilir mi?

Fenomen olmayı her zaman büyük kitlelerin sizi takip etmesi ya da çok izlenmeniz gibi matematiksel rakamlarla çok da ilgili bulmuyorum. Sosyal medyanın hangi yönünde iseniz mutlaka takipçinin fayda görebileceği, yön bulabileceği, eğlenebileceği gibi amaçlarda istikrarlı bir çizgi gerekiyor. Tabii ki bu istikrarı günün değişimleri ve trendleriyle iyi harmanlamak işin en önemli püf noktası.

Sosyal medyayı etkili kullanmanın 3 formülünü istesek?

Ben hayatımın tümünde öz disiplin ve istikrara önem veririm. Bu özelliğim sosyal medyada açıkçası çok işe yaradı. Her gün yeni içerik bulmak, bakış açımı yansıtmak, bilgi paylaşmak ve yalın dil kullanmak, eğlenceyle birleşince güzel işler çıktı.

Ünlü isimlerin stillerini cesurca masaya yatırmaktan çekinmiyorsunuz.  Bu yorumlar üzerine ünlülerin cephesinden nasıl dönüş alıyorsunuz?

Yorumlarımı yaparken adil olmaya ekstra özen gösteriyorum. Beni şahsen tanıyan ünlüler, stilini  yorumladığım arkadaşlarım ya da hiç tanışıklığım olmayan kişiler bile ne kadar olumsuz yorum olursa olsun iyi bir şekilde algılayabildiler. Bu konuda kendimi şanslı hissediyorum.

Sizin sosyal medyada aldığınız en acımasız yorum neydi? 

Sosyal medyada yorumlar fazlasıyla acımasız olabiliyor. Çünkü eleştirdiğiniz stiller ülkemizin tanınan, sevilen ve büyük fan kitlelerine sahip kişilere ait olabiliyor. Hayranlık duygusu saldırgan bir ifadeye yol açabiliyor. Onlar da sizin stilinizi, bedeninizi eleştirebiliyor. Oysa ki ben kendi stilimle değil, moda yazarlığı özelliğimle ön plandayım.  

Türk milleti olarak modayla aramız nasıl, biliyor muyuz giyim kuşam işlerini? 

Moda konusunda inanılmaz ilerlemeler kaydediyoruz. Yeniliklere kolay adapte olabiliyoruz, araştırıyoruz ve o şey her ne ise ona sahip olmayı başarıyoruz. Sadece biraz fazla hızlı tüketiyoruz. Fast Fashion bizde biraz fazla hızlı çalışıyor.

Yeni parçalar satın alırken, kombinlerken en çok hatayı nerede yapıyoruz? 

Bir elbisenin her bedeni olması herkese uyacağı anlamına gelmiyor. Önce fiziğimizi, proporsiyonumuzu, özelliklerimizi tanımamız ve kabul etmemiz gerekiyor. Vücudu aslında elbise taşır. Eğer bu doğru elbiseyse, uygun aksesuarlar ve ayakkabılarla bütünlük yakalanır. Stil sahibi olmanın da ilk adımı buradadır.

“STİL SAHİBİ OLMAK BENCE PARMAK İZİ GİBİ BİR ŞEY”

Türk bir ünlüye stili hakkında tavsiyeler verecek olsanız kime, ne söylemek isterdiniz?

Sanırım sosyal medya hesabımda paylaştığım birçok ünlüye, alt metinlerle tavsiyeler veriyorum. Vücudu, duruşu, yüzü çok güzel olup, yanlış stillerde olan ünlülere içeriklerim çığlık çığlığa bağırıyor. Bence onlar kendilerini biliyor (Gülüyor).

Sizce en stil sahibi ünlü kim ve onu stil sahibi yapan sırrı ne?

Derin Mermerci, Yasemin Özilhan, Begüm Şen, Burcu Esmersoy, ve Arzu Sabancı’nın stillerini her zaman doğru buluyorum. Kendilerine uyan parçaları ve o stili yansıtan yaşantılarıyla mükemmel uyum içindeler.

Ve tabii “Ne yapsa bir türlü başaramıyor” dediğiniz o rüküş isim?

Aslında o kadar çok isim sayabilirim ki. Ama ilk aklıma gelenler; Hadise, Demet Akalın, Fahriye Evcen, Tuba Büyüküstün ve Beren Saat bazen beni şaşırtsa da stillerini tam oturtamadıklarını düşünüyorum. Hepsi kendi alanında çok başarılı fakat şık olabilmek elbette başka bir şey.

Malumunuz geçtiğimiz ay ülkemize Jennifer Lopez geldi ve bizim ünlülerimize de akabinde bir haller oldu. Bu süreçte en çok ismi geçen ise hiç şüphesiz Hadise idi.  Hadise’nin stili ve J.lo tasarımlarını kendine uyarlaması üzerine neler söylersiniz? 

Bu benzerliğin tamamen dikkat çekmek ve konuşulmak üzerine kurgulandığını düşünüyorum. Kaldı ki sosyal medyada, televizyonlarda, gazetelerde oldukça konu edildi. Burada bir stil yok, farklı bir amaç var, o da gerçekleşti.

Sizce “stil sahibi olmak” ne demek?

Stil sahibi olmak bence parmak izi gibi bir şey. Çok çok kişiye özel bir durum. Vücut yapısı, duruş, enerji, ses tonu, hatta sevdiğiniz mutfak, müzik zevkiniz bile stilinizi inşa eder.. Kendini tanıyan, özelliklerini iyi kavrayan her insan stilini rahatlıkla kurgulayabilir. Bu parçalar birleşince, hazır alınmış değil de ‘Üzerinize dikilmiş’ gibi duran o şey stilinizdir.

Yeni bir mevsime girerken sonbahar gardıroplarının olmazsa olmaz parçaları neler olmalı?

Zamansız bulduğum ve gardırobun olmazsa olmaz sonbahar parçaları bence Trençkotlar, blazerceketlerdir. Oversize örgü hırkalar ve süet çizmeler de uygun bir kot pantolonla sizi sonbaharda şık gösterebilir.

Bu Sonbahar – Kış sezonunda sokakta sık sık hangi parçaları göreceğiz?

Denim montlar ve ekose elbiseler bu sonbahar kış sezonunda oldukça göz önünde parçalar olacak. Bunun yanı sıra deri giysiler, postallar ve poplin elbiseler de bu sezonda da popülerliğini koruyor.

PELİN’İN ‘EN’LERİ

Kendinizi en huzurlu hissettiğiniz semt?

Yaşadığım semt Nişantaşı. Her metrekaresi kendimi evimde hissettiriyor

Şehirde en sevdiğiniz semt?

Tarihi dokusu hala taze kalan semtlere bayılıyorum. Nişantaşı, Gümüşsuyu, Cihangir gibi semtleri seviyorum. 

En sevdiğiniz tasarımcı?

Türkiye’de Özgür Masur’u oldukça beğeniyorum. Yabancı ise çok fazla isim sayabilirim ama bu yıl gözdem Jacquemus.

Gardırobunuzun en sevdiğiniz parçası?

Özenle seçtiğim ayakkabılarım ve çantalarım.

En sevdiğiniz kozmetik ürünü?

Nemlendiricilerim ve gündüz/gece bakım kremlerim.

En sevdiğiniz kahve?

Türk kahvesinden şaşmayanlardanım. Ama latte ile de kendime gün içinde keyifli bir vakit yaratabiliyorum.

#bikahvebisohbet

Yasemin Mori: “Aşkın ve yaratıcı gücün peşindeyim”

Değişim rüzgarlarına kendisini bırakmaktan korkmayan, üreten ve her daim yaratıcı olmayı seçen isimlerden birisi Yasemin Mori. Geçtiğimiz aylarda dördüncü stüdyo albümü Estrella ile hayranlarının pek de alışık olmadığı ‘yeni’ tarzı ile karşımıza çıkarken, “Hayvanlar benzeri şarkıların durmadan tekrarlandığı albümler yapsaydım kendimden ve hayatımdan ölesiye sıkılırdım” diye anlatıyor duygularını. Müzik dünyasının ilham alınası ismi Yasemin Mori ile müzik kariyerini konuştuk.

Röportaj: İmge BALIK İNCESOY – imge@bikahvebikeyif.com

Şu günlerde nasıl bir ruh hali içerisinde Yasemin Mori? 

Dışarıdaki hava ile çok uyumlu bir ruh hali içindeyim, bir türlü gelemeyen bahar bende de aynı. Kendi karanlığımla güneşim arasında gidip geliyorum.  Miyazaki’nin “Totoro”sundaki uçan kedi otobüsü gibi hissediyorum, karanlıklar içinde kendi ışığımla yoluma bakıyorum.

Şu an yolun neresindesin?

Miles Davis’s şöyle bir lafı var… “yanlış notayı çalıp çalmadığını belirleyen şu an bastığın nota değil bir sonra bastığın notadır” Bu söz bana epey ilham veriyor, bazen bir nota yanlış duyulabilir ama sonrasında öyle bir şey ile onu tamamlarsın ki çok daha farklı ve iyi bir duygu yakalarsın. Hayatta hiçbir hata yoktur, sadece seçimler vardır ve bu seçimleri kendi yararına kullanabilmen için her sabah, her dakika yeni bir fırsat yaratabilirsin. İşte ben de tam da bu noktadayım, kendi yolumu her gün daha fazla seviyorum.

2008’den bu zamana kadar geçen süre içerisinde izlediğin yol, sence nasıl bir yoldu?

Zihnimin akışına, kalbimin ritmine uyan, ruhumun özgür  hissettiği, mutlu olduğum, doğru olduğunu hissettiğim yerde durduğum, hayat yolum ile sanat yolumun paralel  gittiği bi yol.

Geçen bunca yıl sana neler öğretti?

İç sesimi daha iyi dinlemenin önemini. Her zaman her şeyin bütün ve tek bir şey olduğunu. Düşüncen neyse tezahürününde o olduğunu.

Anlaşılmayı beklemiyorum, bu çılgınlık olur.

Estrella ile birlikte tarz değişikliğine gitmen de konuşuldu. Kastettikleri ‘yeni’ tarz ile eskisi arasındaki farkın ne?

Müzik yaparken iki şeye çok önem veriyorum birincisi tamamiyle yenilikçi bir üslup, bir düşünce taşıması ve beni müzikal olarak ya da süreç olarak, denediğim şey açısından heyecanlandırması. Hayvanlar ile Finnari Kakaraska arasındaki süreçte deneysel müziklerin içinden geçtim, deneysel birçok şarkı ürettim, dinleyici olarak da öyle uç noktalarda müzikler dinledim ki sınırlarımı kaybetmeye başladım. Estrella’da kendi müzikal zevklerimi değil de beni insanlara yakınlaştıracağını düşündüğüm müziği yapmaya gayret ettim. Doğru bir karar mıydı bunu ben bile bilmiyorum. Buna ancak bir sonraki adımım ile karar vereceğim. Bu albüm belki de beni bana daha fazla yaklaştıracak bir sıfır noktasıdır.

Bu konuda yeterince anlaşılamadığını düşündüğün zamanlar oldu mu? 

Anlaşılmayı beklemiyorum, bu çılgınlık olur. Hissedilmek benim için önemli. Ben bir dünya sunuyorum buna yakın hissedenler olabilir, hissetmeyenler olabilir. Genel olarak beni ve müziğimi yakalayan insanların beni en doğru şekilde duyumsadığının farkındayım.

İlk albümden bu yana hayranlarının senden beklentisi hep yüksek oldu. Bu senin ruhuna, müziğine nasıl tezahür ediyor?

Bu biraz can sıkıcı gerçekten. Hayvanlar çok sevildi ama sonra Deli Bando ile yepyeni bir evren yaratabildik, Finnari Kakaraska ile fantastik hikayeler anlatabildim bunların hiç birinin olmadığı Hayvanlar benzeri şarkıların durmadan tekralandığı albümler yapsaydım evet daha büyük kitlelerle yerini daha sağlamlaştırmış biri olurdum ama kendimden ve seçtiğim yaşantıdan ölesiye sıkılırdım ve müziği ne zaman bırakacağımı hesaplıyor olabilirdim. Ruhumda arayış var, anarşi var maceraların, aşkın ve yaratıcı gücün ve zekanın peşindeyim.

Ünlü bir müzisyen olmanın en çok nesini seviyorsun?

Bedava konser biletleri (Gülüyor) ve diğer müzisyenlerle yapılan paylaşımları. “İnsana acı veren bir neşesi var.” demiş bir hayranın senin için. Sen nasıl yorumluyorsun bu durumu? Bu yorumun yapıldığı röportajda neşeli değildim, acı çekiyordum. acı çekerken giydiğim kıyafeti söylemiş. gerçek neşe acı vermez kimseye, bilakis bulaşıcıdır.

Son dönemde en çok neyin üzerine düşünüyor ya da sorguluyorsun?

Çok fazla şey. Müziğimle ilgili birçok şey sorguluyorum, insan ilişkileri, sosyallik, yalan dünya belki en çok da sosyal medya! Özel yaşamıma çok düşkün biriyim ve sürekli sosyal medyada olmak yaratıcı alanımı kısıtlıyor gibi hissediyorum,  Burada denge arayışındayım. Kendinle ilgili nelere şaşırıyorsun? Diğer insanlara zor gelen şeyleri kolayca yapabilmem ama herkesin çok kolaylıkla yapabildiği bir çok şeyi bir o kadar becerememem beni şaşırtıyor (Gülüyor).

Hayata nasıl bakıyorsun, neler mutlu etmeye yeter, neleri fark etmek hoşuna gidiyor?

Geçenlerde izlediğim Burning isimli filmde kadın karakterin bahsettiği bir şey vardı., Afrika’da bir kabilede anlatılan büyük açlık ve küçük açlık kavramları onu etkiliyor ve büyük açlık dansını mümkün olan hissettiği her yerde yaparak kendisini doğayla bütünlüyor. Büyük açlık dediğinin üzerine oldum olası düşünmüşümdür. Hayatta korunma, ihtiyaçlarını karşılama ve bunları daha da lüks hale getirmek küçük açlık olarak kavramsallaştırılıyor. Büyük açlık ise bir kimsenin evrenle olan münasebeti, dans. Paulo Coelho’nun o efsanevi eseri Simyacı’da kişisel menkıben olarak geçiyor, hayat yolun seni ve hayatını anlamlı ve efsanevi kılacak olan, sana has olan, kalbine fısıldanan yazgı. İşte insanın peşinde koşması gereken, kalbini ruhunu adaması gereken şey bu.

Karşında boş bir duvar var, duvar yazısı ne yazarsın?

Dirim kısa ölüm uzundur cehennette!

Bir gün mutlaka… dediğin şey?

Piyano çalacağım ve dünyayı gezeceğim.

YASEMİN’İN ‘EN’LERİ

 

En son izlediğin film?

>

Gazete duvar için bir yazı yetiştirken Jim Jarmush “Dead Man”a daldım bi kere daha.

En sevdiğin semt?

Eminönü 

En huzurlu hissettiğin yer?

Evim ama belki daha da iyisi orman.

Aldığın en yeni karar?

Geçmişle hesaplaşmaları bırak bugüne bak.

En sevdiğin kahve?

Eski atölyenin yan komşuları Kurukahveci Mehmet Efendi’nin espressonu potta pişirmek, her sabah en sevdiğim şey. “Hayatımın fon müziği olur” dediğin şarkı?

Ornette Coleman Lonely Woman

Sanatçı, ikonik bir isim ya da tarihi bir karakter… Kiminle oturup bir kahve içmek isterdin?

Sabahattin Ali ile bir türk kahvesi baya iyi olabilirdi. Van Gogh’la kahve haricinde bir şeyler içmek isterdim, Nick Cave ve Jim Jarmush ile trende karşılıklı oturup likörlü bir kahve baya zihin açıcı olurdu herhalde.

#bikahvebisohbet

Ogün Sanlısoy: “İçimden gelenleri samimi olarak anlatmaya çalışıyorum”

Solo müzik kariyerinin 20. yılını kutlayan Ogün Sanlısoy, bikahvebikeyif’in konuğu oluyor. Röportaj: İmge BALIK İNCESOY imge@bikahvebikeyif.com

Bu yıl, müzikte 20. yılınızı kutluyorsunuz . Dile kolay…  Şöyle bir baktığınızda nasıl geçti 20 yıl?OBu sene, solo olarak müzik yapıp, albüm yayınlayalı 20 yıl oldu. Daha evvel çalıştığım grupları ve ilk sahneye çıkışımı başlangıç alırsak daha da uzun bir zamana yayılıyor.

Nasıl geçti dersen; Bazen bir gün gibi geliyor bazen 100 yıldır bu işle uğraşıyorum gibi hissediyorum açıkçası.

Bu 20 yıl içinde kendi müzik tarihinizde neler değişti, neleri özler oldunuz?

 Her albümde yapabileceğimin en iyisini yapmak için uğraştım, bunu yaparken de çok keyif aldım. Şansıma hep iyi prodüktörler , iyi şirketler ve çok iyi müzisyenler ile tanışma ve çalışma şansım oldu.

Her albümde, o dönem hissettiklerimi, yaşadıklarımı, düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Bir fotoğraf albümüne o dönemki fotoğraflarınızı koymak gibi. Mutluyken, hüzünlüyken, kızgınken vs. Birçok halimi o albümlere yansıttım. Hem de hiç tanımadığım insanlarla paylaşmak üzere.

Her albümde, her çalışmada bir şeyler öğrenmek ve insanlar tanımak çok önemli şeyler kattı bana.

Albümler, single’lar, düet şarkılar, konserler geldi, geçti… tabii ki güzel anılar, görüşemediğim dostlar var. Geri dönüp bakınca özlediğim şeyler oluyor, fakat ileriye bakarak, yeni şeyler ile uğraşmak ve projeler üretmek beni tekrar umutlandırıyor, yorgunluğumu ve hüznümü dağıtıyor, çalışma isteğimi arttırıyor.

Şimdi dönüp baktığınızda müziğin ilk yıllarındaki Ogün’e neler söylerdiniz?

Aynen devam et kardeşim…içinden geldiği gibi, hissettiğin yoldan devam ( Gülüyor)

Bugüne kadar duyduğunuz en acımasız eleştiri neydi?

Acımasız eleştirilere çok takılmamaya çalışırım.

Aslında Gülmek Gerek’ ile  uzun süredir hayranlarınızın beklediği sessizliği de bozmuş oldunuz. Neydi bu kadar aranın sebebi?

Bazı sebepler var tabii. Başta içinde yaşadığımız, ülkemizdeki belirsizlik, bir türlü normalleşemeyen sosyal, siyasal, ekonomik durumlar, maddi ve manevi olarak beni de sallayıp durdu. Bazen şarkılar yazmak geldi içimden, bazen de gitara elimi sürmek bile istemedim. Şarkılar kaydettim, bazen” hemen albüm yapayım” dedim, bazen hiç birşey paylaşmamak gelmedi içimden. Dinleyicilerimizin beklentileri ve yeni şeyler paylaşma isteğim  “ Aslında Gülmek Gerek” adlı bu şarkı ile tekrardan başladı. Durumumu ve ruh halimi de iyi anlatan bir şarkı oldu. ( Gülüyor)

Geçen süre içerisinde çok hikaye birikmiş olmalı. Bu tekli, bir albümüm de habercisi olur mu?

Evet, 2019 yılında her ay bir şarkı paylaşma planımız var. Senenin sonunda tüm şarkıları toplayıp, başta plak formatı olmak üzere, albüm haline getirip dinleyicilere sunacağız.

2. Şarkımız “ Hep Aklımdasın” 26 Nisan günü tüm digital platformlarda olacak.

Şarkılarınızda herkesin kalbine dokunacak o dili bulmayı nasıl başarıyorsunuz?

Çok teşekkür ederim, fakat herkesin demek çok iddalı olur. Ben içimden gelenleri mümkün olduğunca samimi olarak anlatmaya çalışıyorum. Dinleyip de beğenmeyenler olduğu gibi, beğenenler ve aynı hissi paylaşanlar da oluyor ve o insanlar ile bir bağ kuruluyor aramızda.

Giderek dijitalleşen müzik sektörünü siz nasıl yorumluyorsunuz. Kendi adınıza avantajları ve dezavantajları neler oldu?

Yıl 2019…her şey çok hızlı ilerliyor ve değişiyor. Ayak uydurup, uydurmamak kişilere kalmış.

Son zamanlarda müzik listelerinin ilk sıralarında rap müziği görüyoruz. Rock müzik  popülerliğini yitirdi mi, yitirir mi?

Pek zannetmiyorum. Hala gruplar ve rock müzisyenleri üretmeye devam ediyor, eski çalışmaları zaten duruyor ortada.

Bazı dönemler bazı müzik tarzları popüler olup daha sonra demode olabiliyor. Mühim olan müzik tarzları değil bence, hangi tarz olursa olsun, işini iyi ve güzel yapanlar, fark edilip, seviliyor ve takip ediliyor. Üretmeye devam edip uzun yıllar istikrarı sürdürebilmek pek kolay değil maalesef.

Hayatınızda kaçırdığınızı ya da ihmal ettiğinizi düşündüğünüz bir an var mı?

“Keşke fırsatım varken, kaybettiğim sevdiklerim ile daha çok vakit geçirebilseydim ” dediğim oluyor.

Hiç pılımı pırtımı toplayayım, müziği bırakayım dediğiniz oldu mu?

Oldu, oluyor bazen( Gülüyor ) Sonra geçiveriyor.

Gerçekçi, karamsar, pozitif… Hangisi sizi daha çok tanımlıyor, neden?

Yeri ve zamanına göre hepsi oluyorum sanırım.

Artık neleri geride bıraktınız?

Hak etmeyenlere, hak ettiklerinden fazla değer vermeyi.

Nelere asla tahammül edemiyorsunuz?

Söylediği ile yaptığı birbiriyle uyuşmayanlara, doğrusu bilindiği  halde, ısrarla yalan ile insanları kandırabileceğini sananlara, tahammül edemiyorum.

Sanatçı, tarihi bir karakter ya da ikonikleşmiş birisi… Kiminle kahve içip sohbet etmek isterdiniz?

Mustafa Kemal Atatürk

Kendinizi yenilenmek ve enerji depolamak için bir rutininiz var mı?

O Doğa’ya sarılmak.

Bir gün mutlaka… dediğiniz şey?

Bir gün mutlaka bu dünyadan ayrılacağız…Güzel şeyler yaşamak, yaşatmak ve bırakmak gerek.

OGÜN SANLISOY’UN ‘EN’LERİ

En son keşfettiğiniz yer?OYalnız kalabildiğim bir yer var ama paylaşmam 😉

Kendinizi en konforlu hissettiğiniz alan?

Evim, çalışma odam.

Aldığınız en yeni karar?

Yeni bir klip çekmeye karar verdim, çalışmalar da başladı.

En son gittiğiniz konser?

Pentagram Adana konseri 😉

Şehirde en sevdiğiniz semt?

Kadıköy

“Sonsuzda dek dinlerim”dediğiniz, en sevdiğiniz şarkı?

Bir tane yok…Çok var

#bikahvebisohbet

Ebru Cündübeyoğlu: Katı Kurallar Bana Göre Değil

Onu tanıdığımız ilk günden bu yana çizgisini koruyan, kendine özgü tavrı, tarzı ile büyüleyen ve hiç şüphesiz yıllar geçtikçe güzelliğine güzellik katan bir oyuncu Ebru Cündübeyoğlu. Şimdilerde ise onu en az oyunculuk kadar heyecanlandıran başka şeyler var; Ferda Başarılı oyuncu Ebru Cündübeyoğlu, ilk romanı ile bikahvebisohbet’in konuğu…

Röportaj: İmge Balık İncesoy – imge@bikahvebikeyif.com

Hayatınızda nasıl bir dönemden geçiyorsunuz?

Etkileyici bir kadın hikayesi “Ferda”. Yazarken nasıl bir hazırlanma süreciniz oldu?

Tüm süreç 4,5- 5 yılımı aldı diyebilirim. Hikâye ve kurgusu kafamda çok netti. Uzun bir araştırma dönemim oldu. Alzheimer hassas bir konu olduğu için titiz bir araştırma sürecinden geçtim. Doktorlarla görüştüm, konu hakkında belli yayınları takip ettim, hasta yakınlarından bizzat deneyimledikleri hikâyeleri dinledim. Ayrıca karakterimin yetmişli yaşlarda bir felsefe profesörü oluşu ve fantastik romanlar yazması, benim için bu farklı iki alanda da uzun bir araştırma dönemini beraberinde getirdi. 

Bu satırları yazarken ilham periniz neydi?

Tek bir ilham perim olduğunu söyleyemem. Yani yazmak benim için bir keşif değil, bir süreç daha ziyade. O sırada fiziki olarak yazmıyorsam bile bir şekilde parçam olmaya devam ediyor. Bu eylemi ben zeytin ağaçlarına benzetiyorum. O çok uzun ömürlü verimini hiç kaybetmeyen zeytin ağaçlarının, verimli zeytinler verebilmesi için, ekildikten sonra aradan en az 15 yıl geçmesi gerekiyor biliyorsunuz. “Ferda” öncelikle bir film projesi olarak düştü aklıma. Sonrasında senaryomdan romanlaştırdım.

“Ferda”yı kimler, neden okumalı?

Ferda hayatın iplerini kendi elinde tutmaya aşık bir karakter. Bir seramik sanatçısının elleriyle çamura şekil vermesi gibi bizler de beyinlerimizle hayatlarımıza şekil veriyoruz. Sanırım birçoğumuz bu şekilde hissediyoruz. Benim isteğim okuyucuyu başka bir hayatın içine çekip orada onları kendi hayatlarıyla karşılamak. Elbette herkes kendine göre farklı bir şey bulacaktır, o yüzden çok ipucu vermek istemem. Kimileri tahlillerin, kimileri serüvenin peşine düşecektir. Aslında kontrolü yitirmekten dehşete düşecek bir karakterin hafızasını yitirmesiyle kontrolü hiç hissetmeden, usulca ve tamamen elinden bırakmak zorunda kalması sizde bir merak uyandırıyorsa, okunmasını öneririm.

Bir de tiyatro var… Tiyatronun ülkemizdeki gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hakan’la (Yılmaz) beraber bir oyun sahnelemeyi çok uzun zamandır istiyorduk. Kısmet bu zamanaymış. “Ölü’n Bizi Ayırana Dek” geçen sezon başladı. Çok keyifli bir oyun. Seyircimiz de bizi çok özlemiş, biz de onları tabii. Onlarla böyle güzel bir oyunla buluşmak bizi de çok mutlu etti. Birkaç sezon daha sürecektir. Tiyatro malum çok emek istiyor. Oyunculuk sizin için bir aşksa tiyatro yapmak kaçınılmaz oluyor. Aşk ve emekle yürüyen bir iş olduğu için iyi oyunlar her zaman var olacak diyelim, aynı aşkı seyircimiz de sağ olsun göstermeye devam ediyor.

Bu kadar yoğun çalışan bir kadının rutinleri, takıntıları, alışkanlıkları vardır diye tahmin ediyorum. Neler bunlar?

Çok fazla takıntılı olduğumu söyleyemem. Detaycı olduğum doğrudur. Detaycı olanların, hayatlarını zorlaştırdıklarını söylerler. Ben pek katılmıyorum buna. Çok küçük detaylarda çok büyük mutluluklar yakalarım. Alışkanlıkları sevmem. Yaşam körlüğü yaptığını düşünürüm. Katı kurallar, kaideler, -meli -malı’lı,  şartlı cümleler bana göre değil.

Sıradan bir gün sizin için nasıl başlayıp, ilerliyor?

Kahve, spor, müzik, kedim, yazılarım… gün bitti bile.

Her şeyi bırakıp, kaçıp gitmek istediğiniz bir an oldu mu?

Tabii dönem dönem olur. Ama dünya yuvarlaktır ne kadar kaçarsan kaç yine aynı yere geliverirsin. O yüzden kaçarak hiçbir şey halledilmez. Ara ara gelen o kaçma hissi ile idare edeceksin (gülüyor).

Şu sıra dünyada neler kızdırıyor sizi?Sevgisiz insanlar üzüyor beni. Kızamıyorum da sevilmedikleri için sevemediklerini düşünüyorum. Bu da beni üzüyor.

Kendinizde sevmediğiniz, törpülemek istediğiniz yanlarınız neler?

Kendim için bir şey istemek zor gelir bana. Sanırım bunu gözümde çok büyütüyorum. Törpülemek isterdim.

Yıllar geçtikçe, yaş aldıkça pek çok şey değişiyor. Sizde yıllar içerisinde neler değişti?

Herkes gibi yıllar içinde benim farkında olduğum ya da olmadığım pek çok şey değişmiştir. Ama bunların içinde benim en sevdiğim, açı değiştirmeyi öğrenmek oldu. Baktığım şeylere daha farklı açılardan bakmayı öğrendim seneler içinde. Ufacık bir açı değiştiğinde daha görebileceğiniz ne çok şey olduğunu fark ediyorsunuz. Bazen sorun aynı şeylere hep aynı yerden bakmamızdan kaynaklanıyor.

Hangi kelimeyi duymaktan hiç hoşlanmıyorsunuz?

Negatif duygular taşıyan hiçbir kelimeyi sevmem. 

Enerjiniz düştüğünde sizi toparlayan bir rutininiz var mı?

Kızımın varlığı ve yüreğime ektiğim tüm sevgiler, sıfırlanmış hissettiğim anlarda beni baştan yaratmaya yetecek gücü, enerjiyi bana verir. Mandala ve yoga yapmak da her zaman kendimi iyi hissettiren rutinlerimdendir.

Ne için yaşıyorsunuz?

Kendimi keşfetmek ve daha çok sevebilmek için.

EBRU’NUN ‘EN’LERİ

En son keşfettiğiniz yer?

Güzel lezzetlerin peşine düşmeyi severim.  Keşiflerim de tatlar yönünde oluyor genellikle. Aldığım duyumlara göre Suadiye’de ki Brasserie Noir sanırım son keşfim olacak.

Kendinizi en konforlu hissettiğiniz alan?

Benim için en konforlu yer daima sevdiklerimin yanıdır.

Aldığınız en yeni karar?

“İki hafta çikolata yemeyeceğim.” Bu kararı sürekli aldığım için yeniliğini hiç kaybetmemiş kararlarımın başında gelir.

Şehirde en sevdiğiniz semt?

Şehrin deniz gören her semtini severim.

En sevdiğiniz alıntı?

“Hayatta en büyük zevkim çok iyi yaptığım şeylerin başkaları tarafından tesadüfen öğrenilmesi.”

Hayatınızdaki en son yenilik?

“Ferda”nın okurları. Çok güzel ve özel bir paylaşımmış.

En sevdiğiniz kahve?

Filtre kahvede “Trader Joe’s”un vanilyalı kahvesi bir numaram. Türk kahvesinde de Adana Gar Kahvesi favorim.

#bikahvebisohbet

Mine Tugay: “Negatif duygulara konsantre olmuyorum”

Onun için zarafetin vücut bulmuş hali desek hiç abartmış olmayız. Oyunculuğu, zarif görünümü ve güzelliği ile her seferinde kendine hayran bırakan Mine Tugay, şu sıralar hayatının en huzurlu dönemini geçirirken, pozitif enerjisiyle etrafımızı sardığı keyifli röportajıyla bikahvebisohbet‘in konuğu oluyor.

Röportaj: İmge BALIK İNCESOY (Bu röportaj, bikahvebikeyif mag Şubat sayısında yayınlanmıştır.)

Uzun süredir ekranlarda göremiyoruz sizi. Nasıl gidiyor hayat?

Hayat kendi akışı içerisinde dingin gidiyor. Kısaca huzurlu diyebilirim. Yoga eğitimleri alıyorum bu zaman zarfında, biraz daha kendimle ilgilenme şansına sahip oldum bu bir iki sene içerisinde.

Bu ara en çok neler kafanızı meşgul ediyor?

Devrim Akkaya’dan “çakraların psikolojisi” eğitimi almaya başladım. Haritamız çakralar bu eğitimde. Dolayısıyla üzerine düşündüğüm şeyler; köklerimiz, travmalarımız, travmalarımızla başa çıkabilmek adına geliştirdiğimiz stratejiler. Toplumsal travmalarımız ve bu travmaların gelecek kuşaklara nasıl yansıyabileceği meşgul ediyor kafamı.

Televizyon projeleri konusunda oldukça seçici olduğunuzu biliyorum. Peki internet dizileri? Onlara nasıl bakıyorsunuz?

İnternet dizileri daha standardı yüksek, süresi konusunda makul ve ortaya çıkan işlerin niteliği konuşulabilinir bir durumda. Bu çok heyecan verici tabii. Sadece şahsi fikrim daha az deneysel yaklaşılır, sağlam hikayelere ağırlık verilirse çabuk tüketilen bir mecra olmaktan kendini kurtarır. Maalesef biz çok çabuk tüketen bir toplumuz.

Türkiye’de internet dizilerine ilgi artıyor,  dünya izleyicilerine de dokunmaya başlıyor. (Netflix’in ilk yerli yapımı Hakan Muhafız, belki de buna en iyi örneklerden. ) Ama bir yandan dijital servislere de RTÜK denetiminin olacağı söz konusu. Tüm bunlar çerçevesinde Türkiye’de oyunculuk yapmak nasıl ve bundan sonra nasıl olacak gibi duruyor?

Bu konu özgürlük alanını kısıtlayan, ama eskiden ti’ye alabildiğimiz bir konu iken şimdi daha ciddi bir boyuta varıyor gibi. Şikayet edip bunu bir tehdit olarak algılamak yerine “hikayemi başka nasıl anlatırım”ın peşine düşmek gerekli bence. Çünkü oyuncudan önce senaristlerin üretimini şekillendiren bir mevzu bu. Daha çok düşünmek, durmamak, alan daraldıkça daha da çok üretmek… Yapılabilecek bunlar gibi.

Oyunculuğun en çekilir ve en çekilmez tarafları ne?

Oyunculuğun karakter yaratma kısmı çok coşkulu bir süreç benim için, hele ki rol beni zorlayacaksa. Bir süre onunla yatıp kalkmak, nasıl yürür, nasıl konuşur vs bu detaylarla uğraşmak çok tutkulu oluyor benim için. Zaten bu yüzden vazgeçilmezim işim. En çekilmez demeyeyim ama en zor tarafı da anti-profesyonel bakış açılarına maruz kalmak ve var olmak için bütün bunlar yokmuş gibi davranmaya hapsolmak.

Gün sonunda mesleki anlamda kendinizi hep yüksek tutmayı nasıl sağlıyorsunuz?

Hep yüksek olamıyordum açıkçası. Pes etmeye meyledebiliyorum ben de bazen. Ama bu negatif duygulara konsantre olmuyorum, odağımı yaptığım işe duyduğum sevgiye çeviriyorum ve dengede kalıyorum.

Şu an geldiğiniz noktada hayat nasıl görünüyor?

En keyifli yaşıma girdim geçen sene. Bu yaşla birlikte farkındalıklar artıyor ve çözülmeler başlıyor, dönüşüm gerçekleşiyor. Hala aynı heyecanla aradığım çok şey var, öğrenmeye bayılıyorum. Hayat keşfedilecek milyonlarca şeyle dolu bir mucize.

Kendinizle aranız nasıl, hangi konularda ters düşüyorsunuz?

Kendimle yakınlaşırken, bazen sarsıcı bazen şaşırtıcı yüzleşmeler içindeyim bu ara. Ters düştüğüm konulardan biri aceleciliğimdi ve bu, akışı kilitleyen bir ivme haline gelebiliyordu. Çok şükür ki kendinize dair farkındalıklarınız arttıkça mutlaka bir anahtarını buluyorsunuz bu yanlış kodlanmışlıkların.

Hayatınızın bir büyük bölümünü kaplayan yoga yolculuğunuz var bir de… Nasıl başladı hikayeniz?

Kendime verdiğim en özel hediye diyebilirim yoga için. Çünkü duraksız ve tutarsız bir çalışma temposu içinde doğru nefes almayı bile unutabiliyor insan. Bir de yeterince stresli bir yerde yaşıyoruz. O stres döngüsünden kurtulmak için, kendini keşfetmek, bedeni ruhu ve zihni eğitmek için müthiş bir öğreti yoga. Daha fazla derinleşmek ihtiyacı duyduğum içinde eğitimlere başladım ve hiç bitmesini istemediğim bir yolculuk benim için.

Son zamanlarda en çok nelere şaşırıyorsunuz?

İnsanlardaki o onulmaz güce rağmen pasif kalmayı tercih etmelerine. Her şeyin normalleşmesine, duyarsızlığa.. Şaşırmakla birlikte üzülüyorum da.

Herkesin hayatta bir varoluş sebebi vardır ya hani. Sizin bu hayattaki rolünüz nedir?

İnsan olmak.

“Bir gün olacak… ” dediğiniz şey.

Kendimle ilgili; “Bir gün o kitabı yazacağım”.. Dünyayla ilgili; “Bir gün herkes güzelliğe ve iyiliğe tekrar inanacak”..

Evde keyfinizi, motivasyonunuzu artıracak ritüelleriniz var mı?

Yoga yapmak, meditasyon yapmak, müzik dinlemek.

Geçmişten biriyle sohbet edip, kahve içecek olsaydınız kim olsun isterdiniz?

Marilyn Monroe. Kendi olabildiği bir ortamda onunla sohbet etmek isterdim.

MİNE’NİN ‘EN’LERİ

Evde en sevdiğin köşe?

Yatağım.

Şehirde kendini en huzurlu hissettiğin yer?

Yoga stüdyoları.

Son zamanlarda en sevdiğin şarkı?

Falling for You (acoustic mix) / Morgan Page

En büyük hayalin?

Küçük küçük çok hayalim var:)

En sevdiğin film?

Son dönemde çok beğendiğim iki film; Roma ve Green Book.

En sevdiğin kahve?

Pek aram yok kahveyle ama Osmanlı kahvesiyle yeni tanıştım ve çok sevdim.

#bikahvebisohbet

Tutkulu ve gerçek: Sevinç Erbulak

Mutsuzluğa çok yüz vermiyor, hayatı hissederek yaşıyor ve onu adeta bir senfoni gibi dinliyor. “Neden yazıyorsunuz?” dediğimde ise “Çünkü yazmamak elimden gelmiyor.” şeklinde yanıtlıyor… Verdiği her cevapta ‘an’ı öyle gerçek öyle hissederek yaşadığını belli ediyor ki, bir kez daha O’na hayran olmamak mümkün olmuyor.  Şu sıralar ArtıkAranmayanlarGezegeni kitabını okucuyularla buluşturmanın heyecanını yaşayan başarılı oyuncu Sevinç Erbulak ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Şu sıralar hayatı nasıl algılıyor, nasıl yaşıyorsunuz?

Her zamankinden daha sakin, her şeye; eskisine nazaran biraz daha uzaktan bakarak, daha “uyanık” bir zihinle yaşıyorum. Bir çocuk gibi kendimi şaşırtarak, hayatta olan biteni algılıyorum. Kendimi her zamankinden daha çok izliyorum, otomatiğe bağlı olan hareketlerimin farkına varıyor ve onları değiştirmeye çalışıyorum. Bu ara kendimle çalışıyorum. 

“Biz burada sadece susuyoruz birimiz mutsuz olunca. Susup bekliyoruz. Mutsuzluk dağılıp sonunda un ufak olan bir şey ama zamanla tabii.” Bu satırlar kitapta altı çizilecekler arasında hızlıca göze çarpıyor. Siz nasılsınız bu aralar, mutsuzken neler oluyor?

Mutsuzken eskiden mutsuzluğun geçip gitmesini beklerdim, şimdi onu seyrediyorum. Ona çok yüz vermiyorum ama yok da saymıyorum. Şu sıralar sustuğum anlar konuştuğum anlardan fazla. Ne kadar çok ses varmış meğer, onları dinliyorum

Sadece mutlu yaşam diye bir şey olduğuna inanmıyorum.

Peki zaman kavramı ile aranız nasıl?

Zaman müthiş bir şey. Onu ben hiç çözemiyorum. Zaman diye bir şey yok bence, zaman bir his. Kendini hissettirmediği kadar var, hissettirdiği an buhar olup uçuyor. İnsanlar da yazık, onu ölçüp biçtiğini zannediyor. Gülüyordur bize içinden zaman. Onu çok iyi anlatan yazar ve yönetmenlerin peşinden, rüzgârda uçan ve elinde olmadan sürekli yer değiştiren bir yaprak gibi koşturuyorum. Mesela Asghar Farhadi, mesela Murakamim. Peşlerinden koştuklarım…

“Artıkaranmayanlar Gezegeni”ni kimler muhakkak okumalı?

Masallara da, mitlere de, gerçekten olup bitenlere de inanan herkes. “Mutlaka” okunmasın isterim, “mutlaka”ları sevmiyorum; kitabım bir yerde, yollarına, karşılarına çıksın, kitabımın zamanı gelsin, öyle okusunlar isterim. Ama en çok tanımadıklarım okusun olur mu, çünkü onlardan bir ses çıktığı zaman mutluluktan nefessiz kalıyorum bu aralar… 

Neden yazıyorsunuz, sizi bu duyguya iten en güçlü sebep ne?

Biriktiriyorum. Yazıyorum, çünkü varım, buradayım, buradan bir yerden geçiyorum ve ben geçerken etrafımda bir sürü şey oluyor; onları görüyorum; onlara dokunuyorum, dokunamazsam hissediyorum. Küçük bir hikâye konusu diyen Çehovumun sesini duyuyorum, alıyorum kalemimi ve yazmaya başlıyorum. Güçlü hiçbir sebebim yok; yazıyorum, çünkü yazmamak elimden gelmiyor.

Kitapta sık sık Haruki Murakami alıntıları çıkıyor karşımıza. Neden sadece Murakami?

Âşığım. Yazdıklarını okumuyorum, yazdığı an’ı hissediyorum. Geriye doğru zaman yolculuğu yapıp onun yazdığı, sildiği, yeniden yazdığı anlara gidiyorum. O yüzden, Murakami. Bu kitapta sadece Murakami. Sevdiğim çok yazar var. Bu kitapta sadece o, çünkü bölümlerin başındaki cümlelerini benim kitabım için yazmış aşkım. 

“İnsan ne denli uzağa giderse gitsin, yine de kaçamayacağı şeyler var” der Murakami. Sizin bir türlü kaçamadığınız şeyler var mı?

İyi kötü tüm anılarım. Hatırladığım ve değiştirdiğim şekliyle hepsi. Hafıza insana mutlaka böyle bir oyun oynuyor olmalı. Yoksa çekilmez olabilirdi hayat. Çektiğimize göre oynuyor. Kaçamadıklarımı karşıma alıyorum ben artık. Genellikle çetin sohbetler oluyor ama vazgeçmiyorum bunu yapmaktan .

Kaçamadığınız durumlarda kendinizi nasıl iyileştiriyorsunuz?

Merheminiz kimler, neler oluyor? Merhem yok ki. Zaman sağaltıyor, dindiriyor belki. Ya da kendin dahil her şeyi affettiriyor sana. O her şeyden daha bağışlayıcı sanki. Merhemim değil ama tüm çıkmazlarımın olmazsa olmazı dostlarım var. Şanslıyım yani. 

Herkes mutlu bir yaşamın formülünü arıyor. Siz mutlu bir hayat için ne yapıyorsunuz?

Hayatı hissediyorum. Bir senfoni gibi dinliyorum onu. Bozuk çaldığında da dinliyorum. Orkestra tüm notalara doğru bastığında da. Sadece mutlu yaşam diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Bu çok sıkıcı olurdu. Yaşamda her şey var. Mutsuzluk da. Zaten olmasa mutluluğu nasıl tarif eder ve onu ne diyerek yazardık bilmiyorum.

Son dönemde dünyada en çok nelere kızıyorsunuz?

Kaba olan her şeye çok kızıyorum. Dünya ve üzerindekiler çok kaba.

Giderek çok hızlı tüketen ve tükenen insanlar haline dönüşüp, kendimizden uzaklaşmaya başladığımızı düşünenlerdenim. Siz ne düşünüyorsunuz, bizi ne bu hale getirdi dersiniz?

Tüketme virüsü. Yüzyılın en bulaşıcı hastalığı. Çok hızlı yayılıyor. O yüzden yavaşlamak ve çok çok aldıklarımızı azaltmak gerek.

Kendimizi sevmeyi becerebiliyor muyuz, ne dersiniz?

Umarım zaman zaman da olsa becerebiliyoruzdur. İnsan kendini fazlaca önemserse sevemez, kendine hep “daha iyi”sini yakıştırır. Kendini bir türlü hiçbir yere layık göremez. Oysa herkes kadar değerli ve herkes kadar sıradan olduğunu gerçekten anlarsa kendini sevmeye başlayabilir. Bir yerden başlamak gerek (gülüyor).

Yaşamakla var olmak arasındaki fark ne? Amipler yaşıyor, var olanların sayısı onlara nazaran oldukça az gibi geliyor bana.

Çocukluğunuzu düşündüğünüzde gözününüz önüne gelen ilk kare?

Babamla Boğaz Köprüsü girişindeki çimenlerde papatya topladığımız o eşsiz gün

Hayatınızın bir kahramanı var mı?

Küçük Kara Balık.

Geçmişten biriyle kahve eşliğinde sohbet edecek olsaydınız kim olsun isterdiniz?

Oscar Wilde’dan başka kimseyle kahve içmem.

Gelecek günlere dair planlarınız arasında neler var?

Yaşayıp görmek, tahmin etmemek. Umarım hep şaşırmak… Floransa’da bir ev. Kedi çiftliğimin olması. Kitaplarımın başka dillere çevrilmesi… Bu aralar en çok bu var galiba (gülüyor). 

SEVİNÇ’İN ‘EN’LERİ

  

Kendini en huzurlu hissettiğin yer?

Selimpaşa’daki yazlık evimiz.

En sevdiğin kitap alıntısı?

 “Eski hayatımda bir istiridye olduğumu söyleyenler bile çıkar.

Bu meseleyi ben kendi içimde saklı tutacağım”. Murakami (gülüyor).

Unutmaktan en çok korktuğun şey?

Anılarım. 

Kendinde en çok değiştirmek istediğin huy?

Uyku düzenim. Bir huy değil ama bunu değiştirmeyi çok istiyorum.  

En büyük hayalin?

Kızımın çok mutlu bir kadın olması.

Şehirde en sevdiğin semt?

Hiç yaşayamıyorum ki, en çok Bağdat Caddesi sahil yolu civarı sanırım. O da yaz gelince.

En sevdiğin kahve?

Sütlü sütsüz dışında kahve adı bilmem ben (gülüyor).

Bunu da sevebilirsin. Neslihan Arslan

#bikahvebisohbet Taze Taze

Caner Alper: “Kirlerimizi göstermemiz lazım.”

Kahveleri hazırlayın! Sizi 2012’de Zenne, 2015’te Çekmeceler filmlerini hem yazıp hem de Mehmet Binay’la birlikte yöneterek sinema dünyasında büyük ses getiren ve cesur işlere imza atan Caner Alper sohbetine davet ediyoruz! Şimdilerde Temiz Aile Çocuğu isimli anı kitabıyla adından söz ettiren Caner Alper ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Hayatınızda nasıl bir dönem içerisindesiniz, nasıl gidiyor hayat?

Fazlasıyla “normalize” olmuş bir dönemdeyim. Yeni bir ülkede, yeni bir dil, çoklu geleneklerle ve fazlasıyla anonim bir çevrede yeniden bir başlangıç yaşıyor ve “Temiz Aile Çocuğu”nun başında anlattığım gibi geriye bakıp çokça şaşırıyorum.

Herkesin bir yola çıkma hikayesi vardır ya hani. Sizin bu serüvende yola çıkışınız nasıl başladı?

Serüvenden kastınız dolaptan çıkışsa eğer kitapta da anlattığım üzere yirmili yaşlarımın sonuna doğru. Eğer gay-aktivist halim, yani bu mesele üzerine yazma işi ise, sanırım Ahmet Yıldız cinayetinden sonra.

Yazar olmanın en çok nesini sevdiniz?

“Yazı kalır” tarafını. Geri dönüşlerini. Okuyanlardan gelen yüzlerce mesajı okumayı sevdim. Benim hikayemin başka onlarca hikâye üretmesini. Arkadaşlarla daha dürüst bir ilişkiye girmiş olmayı. Babam ve ağabeyimle yazı üzerinden haberleşmeyi ve barışmayı sevdim. 

Senaryo yazmak ile kitap yazmak arasında nasıl bir çizgi var?

Ortak olan tek şey akış, bir duyguyu aktarabilme. Senaryonun türüne bağlı olarak çok farklı olduğu da söylenebilir. Film senaryosu aksiyon, tiyatro senaryosu diyalog ağırlıktadır. Senaryoyu oyuncular, yapımcılar, sektör çalışanları okur. Kitapta kelime seçimi çok önemlidir, zira sokaktaki simitçiye de, edebiyat severlere de mana ve keyif verebilmelidir. 

Temiz Aile Çocuğu’nu kimler okumalı?

Evlerimizde işlerimizi yapan yardımcılarımız. Fabrikadaki son ütücü adam. Baba adayları. Her hafta “ibne hakem” diye kendini paralayan futbolseverler. “Homoseksüeller dinimize aykırı” diyen yüreği pas tutmuşlar. En yakın arkadaşına “Ben senin gay olduğunu hissediyorum” diyemeyenler. “Ben kitap okuyamıyorum, çok sıkılıyorum, şöyle elime alınca üç saatte bitecek bir şey yok mu?” diyenler. Hamileler. Uykusuzluk çekenler. “Hayatta her şeye sahibim” diye şükredenler. İyi komşu olduğunu iddia edenler.  

Anı kitabı yazmanın biraz cesaret istediğini düşünenlerdenim. Bu süreç sizi duygusal anlamda nasıl etkiledi?

Haklısınız. Otobiyografi çok anarşist bir tür. Kendinizi ve ailenizi darmadağın edebilmelisiniz. Dürüst biriyseniz sonuçlarına katlanacaksınız. Gerçekleri yazmakla iftira atmak, hakaret etmek arasında fark var. Okuyan üçüncü kişiye bir sebep geçirebilmelisiniz. Ben yazarken gay veya düz cinsel kim olursa olsun “bu, okuyana neden ilginç gelsin” diye düşündüm. Düşünsenize heteroseksüel bir erkeğin gençken görüp vurulduğu bir kadını ellili yaşlarında anıları içinde anlatması ne kadar alışıldık, halbuki aynı vurgunu ben de yemiştim. Yazdıktan sonra bir gazete manşetinde gördüğümde “Vay be!” dedim. Bunun artık yazılması değil okunduğu zaman yadırganmaması lazım. Hepimiz insanız ve bu duygular çok güzel. 

Peki siz temiz aile çocuğu olabildiniz mi?

Bir dönem oldum. Sonra sıkıldım. Kimseye tavsiye etmiyorum. Kirlerimizi göstermemiz lazım. Elbette kibar ve ailesine karşı hassas olma halinden bahsetmiyorum, bunu herkes biliyor. Ebeveynlerin arzu ve yönlendirmelerini hayat amacınız haline getiren “aferin budalası”, belki kişiliği az gelişmiş hallerimizi anlatıyorum. Kirlenmekten kastım sadece hayır ben bu değilim, bunu istemiyorum, bana saygılı olun, diyebilmek. O kadar da fena değil yani.  

Annenizden öğrendiğiniz en önemli hayat dersi neydi?

Kareli bir kumaştan ceket alırken çizgilerin kolda ve omuzda tuttuğuna dikkat etmek (gülüyor). Annemizden çok şey öğreniyoruz, hangisi en önemli bilmiyorum ama sanırım dik durmayı ve eğilmemeyi farklı bir yoldan öğretti bana.  

Geçmişte neyi, neleri değiştirmek isterdiniz?

Saçımın dökülmesini (gülüyor). Geçmişten değil de gelecekten istediklerim var artık. Geçmiş yaşandı ve bana sanatsal esin kaynağı oluşturdu. Gay doğduğum ve bunu yaşıyor olduğum için çok mutluyum, “keşke” aklıma gelmiyor. 

Hayattan öğrendiğiniz en önemli şey?

Hak yoktur, bir şeyi elde etmek için çok çalışmak gerekir. Cesur ve zengin yapımcı tanıdıklarınız varsa elimizde çok güzel senaryolar var (gülüyor). Çalışıyoruz, yapacağız. Bir kez “kirlendik” nasıl olsa.  

Yakın zamanda planlarınız neler? ‘Zenne’ ve ‘Çekmeceler’den sonra yeni bir sinema projesi gelir mi?
Cesur ve zengin yapımcı tanıdıklarınız varsa elimizde çok güzel senaryolar var (gülüyor). Çalışıyoruz, yapacağız. Bir kez “kirlendik” nasıl olsa.

CANER’İN ‘EN’LERİ

Kendinizi en huzurlu hissettiğiniz yer?

Los Angeles (şehir), yatak odası

 Çocukluğunuzu düşündüğünüzde aklınıza gelen ilk sahne?

 Masa altı

En sevdiğiniz kitap alıntısı?

Gezinen herkes kaybolmuş değildir. (Tolkien)

Kendinizde en çok değiştirmek istediğiniz huy?

Dostlar arasında çok konuşup sahneye çıktığımda susup kalma.

En sevdiğiniz kahve?

Verona

Şehirde en sevdiğiniz semt?

İzmir’de Alsancak Kordonboyu Bodrum’da Yalıkavak Küdür Los Angeles’ta Malibu Bangkok’ta Sathorn

#bikahvebisohbet Taze Taze

Coşkulu, neşeli ve kendinden emin: Neslihan Arslan

Coşkulu, neşeli, enerjik ve kendinden emin…  Bunlar O’nu tanımlayabileceğimiz kelimelerden sadece birkaçı. Şu sıralar İstanbullu Gelin disizinde Dilara karakteriyle enerjisini yayan oyuncu Neslihan Arslan‘ı yakından tanıma zamanı.

Röportaj: İmge Balık İncesoy

Bu röportaj bikahvebikeyif mag Aralık 2018 sayısında yayınlanmıştır.

Neslihan Arslan şu sıralar nasıl, nasıl bir ruh hali içerisinde?

İyi diyelim iyi olsun 🙂

Şaka maka bir yana iyi olmaya çalışıyorum diyelim.. Gündemimiz diye girmek istemezdim ama insanların , bugünün şartlarının durumu da göz ardı edilecek gibi değil.. Yaptığım iş , arkadaşlarımla keyifli kalmaya , hem kendim hem de ulaşabildiğim herkes için iyi bir şeyler yapmaya çalışıyorum diyelim.. İyiyim yani 🙂

Herkesin bir yola çıkış ve keşfedilme hikayesi var. Seninki nasıldı?

Aslında benim oyunculuğu tercih edeceğimi annem dışında kimse öngöremiyordu.. Yedi yaşımdan 16 yaşıma kadar atletizm , yüzücülük ve voleybol eğitimleri aldım. Yüzme ve voleybolda lisansım vardı hatta.. Sonra lise son sınıfa geçerken hep içimi gıdıklayan şeyin peşinden gitmeye karar verdim ve kendi kendime konservatuar sınavlarına hazırlanmaya başladım.. Bir yerden ders alacak durumumuz pek yoktu o zaman , bir şekilde de sınavlara hazırlanmam gerekiyordu.. İstiyordum ama ne yapacağımı bilmiyordum.. Lise bittikten sonra kulaktan dolma bilgilerle sınavlara girdim ama tabi ki olmadı 🙂 İlk sene kazanamayınca gidip Müjdat Gezen Sanat Merkezi Konservatuarı ve İstanbul Üniversitesi Konservatuarında ki sahne hocalarından izin alarak haftanın üç günü derslerine girmeye başladım.. Mimar Sinan’da okumak istiyordum ama derslere girmek mümkün değildi o dönem.. En azından ben başaramadım.. Bir sahneye , role nasıl hazırlanıyor öğrenciler bu derslerde izleyerek öğrendim.. 2 yıl boyunca derslere misafir öğrenci olarak girdim ve istediğim okul olan Mimar Sinan’ı kazandım..
Mezun olduktan sonra devlet tiyatrosunda Temiz Ev oyununda baş rol karakteri için seçmeler yapılıyordu.. Portekizli bir kızdı oynanacak karakter ve çok eğlenceli bir roldü, çok istedim, herkese açık da değildi seçmeler.  Oraya çağırılan 10 kişiydik , katıldım ve beni uygun gördüler.. Aynı oyunda çok güzel isimlerle çalışma şansı elde ettim.. Oyunumuz ses getirdi çok ne mutlu ki , üç sezon boyunca oynadık ve tiyatro çevresince daha bilinir oldum bu oyun sayesinde ve sonra alternatif sahneler , yaz kış tiyatro derken şimdi olduğum yerdeyim..

Kendine ve hayatına inancını ne pahasına olursa olsun yitirme

İstanbullu Gelin’in bir parçası olmak neler öğretti, kariyerine neler kattı, sana neler hissettirdi?

Başta yönetmenlerim Zeynep Günay Tan ve Deniz Koloş’la çalışma fırsatım oldu ve bunu anlatamam , çok kıymetli bir şey benim için.. Set ekibimiz ve oyuncu arkadaşlarım çok keyifli ve güzel insanlar, şanslıyım bu açıdan da.. Herkes yaptığı işe büyük bir titizlikle yaklaşıyor ve hep sevgi var.. Kattıkları anlatmakla bitecek gibi değil ama hayatımda özel bir yere sahip..

İyi ki velhasılı 🙂

Dilara hem çok güçlü hem çok can kırıkları olan bir kadın. Bu rol sana beraberinde neler öğretti?

İnsan dehliz.. Anlaşılmasına anlaşılır herkes belki ama yol çok meşakkatli .. Dilara’nın gücü yalnızlığına gülmesinden geliyor.. Dalga geçmeyi ıskalamamış hiç.. Bazen sendeliyor hem de çok sağlam tabi ama her an size bir sürprizle gelebilir hissi oynamaya çalışırken başka türlü heveslendirmiyor değil hala..

Ne yazık ki kadına şiddetin çok gündemde olduğu zamanlardan geçiyoruz. Hayat verdiğin karakter de şiddet mağduru ancak buna sessiz kalmayan bir karakter. Sen bu konuda kadınlara ilham ve güç vermek adına neler söylemek istersin?

Şiddet sadece kadına değil ya da sadece fiziksel de değil ne yazık ki…Kadına , erkeğe , çocuğa , hayvana , doğaya…! Bir kaç satırda nasıl anlatılır inanın ki ben de bilmiyorum ama kilit gördüğüm bir kaç şey var ;

* Kendine ve hayatına inancını ne pahasına olursa olsun yitirme.

* Kimsenin vicdanına bırakma; değil kendini , hayatının küçücük bir noktasını bile.

* Konuş , korkma. Demek kolay olduğu için değil , ses çıkarmayı başardığı anda herkesin önce kendi sesinden güç alarak çoğalacağını bildiğim için söylüyorum.

Dilara yaraları sarmak için de uğraşan bir eş ve arkadaş aynı zamanda. Neslihan yaralarını nasıl iyileştiriyor? Merhemi, doktoru kimler, neler?

Çok güzel arkadaşlarım var ve çok şanslı hissediyorum kendimi onlardan yana.. Hep birbirimizi kollarız tabi ki ama ben biraz kendi kendimleyimdir bir sıkıntıyla karşılaştığımda ilk etapta yine de.. Önce kendi içimde yaşamaya alışmışım sanırım.. Çok sıkıldığımda önce tahta oymaya başlıyorum genelde.. Liseden beri kendi kendime uğraşarak yapmaya çalıştığım bir şey.. Ciddi anlamda terapi diyebilirim.. Biraz fazla yol yürüyüp , şehir içi-dışı bir yerlerde kendimi dinleyip öyle paylaşırım genelde..

Senin hakkında sosyal medyada neler söylemişler diye karıştırırken karşımıza hep “gözlerinin içi gülen, enerji dolu insan” yorumlar çıktı. Nedir bu enerjinin, neşenin kaynağı?

Sağ olsunlar.. 🙂 Bilmem , çok kendi kendine bir insanım aslında.. Sevgi vermek ve almakla alakalı sanırım.. Bir şeyden keyif almışsam herkesle paylaşmak istiyorum , dinlemeyi seviyorum..Bunlardır böyle düşünülmesine sebep herhalde.

Son zamanlarda kafanı çok kurcalayan, üzerine çok düşündüğün bir şeyler var mı?

Heeeppp.. 🙂 Kendimi bildim bileli.. Ama spesifik bir şeylerden bahsetmem gerekirse hem konservatuar sınavlarına öğrenci hazırlıyor hem de oyuncu koçluğu yapıyorum.. Ezbere gitmek yerine insanın psikolojik handikaplarını öğrenmeyi (olabildiğince) ve öyle yaklaşmayı doğru buluyorum öğrencilere program çıkartırken..

İnsan koca bir dehliz.. Her yeni ders bana da çok şeyler katıyor ve insana , hayata , oynama durumuna, kendime dair de tabi düşündürüyor sık sık..

Çok çalışmayı sevmek bir şans

Şu sıralar kendinle ilgili nelere şaşırıyorsun?

Sinirlenebiliyormuşum :))

Kariyerin çerçevesinde bu dönem senin için nasıl bir dönem?

Her dönem aramak ve şüphe etmek üstüne.. Gencim ve çok çalışmayı sevmek bir şans.. Bunun tadını çıkarıyorum diyelim.. 🙂

Çocukluğunu düşündüğünde gözünün önüne gelen ilk sahne?

Aaaa bir grubumuz vardı ben çocukken oturduğumuz sitede.. Ne oyunlar oynardık her gün akşamüstü saat 4 ve 8 arası.. Hep o anlar gelir aklıma 🙂 Bir de çok yaramazdım, yaralanmadığım günler geliyor aklıma çünkü hepsi kutlamaya değerdi 🙂

 

Bir kahve olsan hangisi olurdun, neden?

Buna benim yerime başkası karar vermeli bence 🙂 Ama madem bana sordunuz nasıl olmak isterim diye cevap vermem gerekirseee ; yoğun ama ağırlık yaratmayan bir kahve olmak isterdim..

Benim için espreso sanırım böyle..

Bilmediğimiz gizli bir yeteneğin var mı?

Saksafon çaldım bir dönem.. Çok yıllar önce.. Şimdi elime aldığım gibi çalamam muhakkak ama biraz zaman ayırsam yaparım yine..

Oyunculuk senin için kader mi tesadüf mü?

“Ya her şey tesadüf ya hiç bir şey değil”.. Basit ve ilk akla gelen ama seviyorum bu anlatımı.. Tesadüf değil tabi bana sorarsanız ama daha önceden de belirttiğim gibi kimsenin benden beklediği bir şey de değildi..

Bir gün mutlaka… dediğin bir şey var mı?

Hiç bilmiyorum inanın.. Güzelliği de o galiba..

 

NESLİHAN’IN ‘EN’LERİ

Kendini en huzurlu hissettiğin yer? Deniz..

En son gittiğin konser? Ne yazık ki uzun zaman oldu ama en son MFÖ idi..

Şehirde en sevdiğin semt? Adalara gitmeyi seviyorum özellikle hafta arası kalabalık değilken.. Şehir içinde de Kuzguncuk sanırım..

En sevdiğin kitap alıntısı? “Yalnızlıktır dinimiz. Örneğin bir trenden istediğiniz yerde ininiz.” / Boris Vian

En utandığın an? Ay sormayın yaa.. :)) Bir çocuktan hoşlanıyordum lisedeyken.. Tenefüste koridorda bir noktaya takılmış gözlerim , dalmışım yani.. Baktığım yer kapıymış efendim! Beden dersinden önce erkek öğrencilerin soyunduğu odanın kapısı.. Kapı açıldığında bakmaya devam etmişim ama daldım yani kendimde değilim , bir şeyler düşünüyorum işte.. Bir kaç saniye sonra duruma aydığımda kimle göz gözeydim dersiniz… :))

Kendinde en çok değiştirmek istediğin huy? Çok ince düşünüyorum.. Fazla ama, iyi değil..

En sevdiğin kahve? Orta içim filtre candır ama espresso hep başka 🙂

#bikahvebisohbet

Kendine Has Bir Kadın: Melis Danişmend

Müzik dünyasının ‘kendine has’ tavrı olan kadın müzisyenlerinden bir tanesi de hiç şüphesiz Melis Danişmend. 2016 yılında yayınladığı ‘Ve Ev’in ardından yeni şarkılarını duymayı özlediğimiz güzel sesi Melis, geçtiğimiz günlerde Pinhani ile küçük bir sürpriz yaptı. Peki Madem ile özlemi bir nebze de olsa dindiren Melis Danişmend ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Röportaj: İmge BALIK İNCESOY
Bu röportaj, bikahvebikeyif mag Ağustos 2018 sayısında yayınlanmıştır.

Sizinle en son “Ve Ev”i konuşmuştuk, üzerinden tam iki yıl geçmiş… Geçen bu süre içerisinde neler değişti, nasıl bir ruh hali içerisindesiniz bu aralar?

Bu aralar fena değilim. İşlerim yoğun olduğu zaman kendimi hep iyi hissediyorum. Gazete Kadıköy, Red Bull ve Sokrates dergiye yazılar yazmaya ve konserler vermeye devam ediyorum. Ve Ev’in yayınlanmasının hemen ardından ülkenin yaşadığı inişli çıkışlı süreçle birlikte zor zamanlarım oldu. Ama şu anda sular daha durgun. Ve berrak.

Melis Danişmend’in duruşunda hep bir tavrı, bir tarzı var. Bunun temelini oluşturan sihirli şey ne?

Teşekkür ederim (gülüyor). Bilmiyorum ki, ben ben olmaya devam ediyorum.

Pinhani ile tatlı bir ‘Peki Madem’ sürprizi yaptınız. Nasıl ortaya çıktı bu fikri?

Pinhani ile birkaç yıldır ortak çalışmalarımız oluyor. Birbirimizin sahnelerine konuk olduk, Sinan bir şarkısını son albümüme hediye etti, ben Nehirler Durmaz klibinde oynadım ve son olarak onların Anadolu turnesine misafir oldum. Turne bittikten sonra Sinan’dan, “Birlikte bir şarkı kaydedelim mi?” teklifi geldi ve çok kısa bir süre içerisinde Peki Madem ortaya çıktı. Sinan’ın yazdığı şarkıları çok seviyorum. Büyük zevkle onlara eşlik ettim. 

Fotoğraf: Eda Vatansever

Devamı gelecek mi bu birlikteliğin?

Önümüzdeki sezon yine Pinhani konserlerine konuk olacağım büyük ihtimalle. Birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum arkadaşlarım olduğu için seve seve yeni kayıtlar da yapabilirim onlarla.

Hayatımız hızlıca dijitalleşiyorken haliyle müzik piyasası da bundan etkileniyor. Artık bir şarkıya ulaşmak da, birilerine ulaştırmak da eskisinden daha kolay. Müzik piyasasındaki bu hızlı dijitalleşme sizce iyi bir şey mi? 

Müzik edinme, dinleme alışkanlıkları son 10 yıl içerisinde bambaşka bir noktaya geldi. Müzisyenlerin şarkılarını kitlelere ulaştırma konusunda rahat imkanlara sahip olmalarını ve bunu yaparken bağımsız kalabilme şanslarını olumlu buluyorum. Fakat bir yandan da bu her şeye ulaşabilme hali dinleyicinin çok hızla müzikten müziğe atlamasına neden oluyor. Tüketim hızlı olunca içeriğin etkisi de kimi zaman kalıcı olamıyor. Bir de müzik dijitalleşti ve dinleyici için kocaman bir dünyanın kapıları açıldı ama müzisyenin telif haklarında ve emeğinin karşılığını tam olarak alması konusunda epey sorunlar var. Rayına oturması da zaman alacak gibi görünüyor.

Sizin albümleriniz genel itibariyle belirli bir konsept içinde, tatlı tatlı bağlayıcı şarkılardan oluşuyor. Yeni albüm için böyle bir konsept belirlediniz mi?

Henüz bir konsept belirlemedim. Arada aklıma çeşitli temalar ya da fikirler geliyor ama bir albümün parçalarını oluşturacak kadar belirgin değil. Bir de giderek ‘tekli’lere dönülen bir zamandayız, belki ben de önceliği bir tekliye verebilirim.

Peki yeni albüm… Yakın mı gelmesi, heyecanlanmaya başlamalı mıyız?

Çok yakın değil. Ama çok uzakta olmaması için gayret edeceğim (gülüyor).

HEPİMİZ KENDİ İÇİMİZE HAPSOLMUŞ VARLIKLARIZ

Bir önceki röportajımızda şarkı sözlerinden dolayı ‘Melis ne zaman gülecek?’ diye soruyorlar dediğimde, “Ben de geçenlerde aynı şeyi düşündüm. Godot’yu bekler gibi, “Kız ne zaman gülecek?” bekleyişi var” demiştiniz. Yeni albümde Melis güler mi?

(Gülüyor) Melis kendi hayatında bol bol gülüyor da nedense şarkılarında biraz kızgın, küskün, melankolik. Sahnede bizi izleyenler bu kadar karamsar bir tablo olmadığını bilirler. Yeni şarkılarla birlikte bunu albümlere biraz daha yansıtma yolundayım.

Türkiye’deki müzik kültürü hakkında neler düşünüyorsunuz? Özellikle yeni işlere cesaret edebilme konusunda…

Türkiye’de müzik kültürü diğer pek çok alanda olduğu gibi dağınık bir şekilde yoluna devam ediyor. Bizde istikrar zor yakalanan bir şeydir. Türk müziğinin çok sağlam, zengin kökleri olmasına rağmen yakın dönemde ortaya çıkan işlerin hangi başlıklar altında nasıl analiz edileceğini tam bilmiyorum. Genel olarak bana “bir şeyler oluyor, geçiyor” gibi bir his veriyor daha çok. Belki tam adlandırmak ve hakkıyla inceleyebilmek için biraz daha süre geçmesi gerekiyor. Bir yandan da müzik ve sanatı olumsuz anlamda etkileyen onlarca faktörün olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Aslında sahip olduğumuz kadarına bile şükretmek gerekiyor galiba. 

“Şimdi Neredeler” röportajlarınızı severek takip ediyorum, dönüşlerden gördüğüm kadarıyla insanlar da eskileri özlüyor. Sizin Türkiye’de özlediğiniz yıllar, anlar var mı?

Geçmişle son derece barışık yaşayan biri olarak sık sık eski yılları özlediğim, andığım oluyor. Bilhassa 90’ları. “Şimdi Neredeler” için konuştuğum kişiler adeta zamanda yolculuk etmeme imkan verdi. Ve dediğiniz gibi, okuyucunun bu seriye olan ilgisinden ve yorumlardan anladığım kadarıyla o dönemleri hasretle anan da çok. Belki içinde bulunduğumuz yıllar bize yeterince ilginç ya da hatırlanası gelmiyor da eskiye bu kadar tutunuyoruz. Ya da belki bir 10 yıl sonra bugünler için de benzer şeyleri hissedeceğiz.

İstanbul’la aranız nasıl? Seviyor musunuz bu şehri?

Sevmemek mümkün değil. Doğduğum, büyüdüğüm şehir. Ama severken bir yandan da ona kızdığım, küstüğüm, söylendiğim oluyor. Ama sonra düşünüyorum, zavallıcığın suçu ne? Bunu ona yapan da yine insanlar, bizleriz.

Kendinize yabancılaştığınızı hissettiğiniz anlar yaşıyor musunuz?

Çok. Kendimi dışarıdan izlediğim, “Kim bu?” diye baktığım zamanlar olur. Hatta bazen sahnedeyken, “Ben n’apıyorum ya burada!” dediğim de (gülüyor). İnsanın bazen -çok abartmamak kaydıyla- kendine yabancılaşmasını da sağlıklı ya da maceralı buluyorum. Aslında bir yerde hepimiz kendi içimize hapsolmuş varlıklarız, şöyle biraz çıkıp hava almakta, uzaktan bakıp nerelerde saçmalıyoruz, nerelerde iyi gidiyoruz diye izlemekte fayda var.

Yakın gelecek için neler var kafanızda, hayat planlarınızda?

Daha çok şey öğrenmek, daha sakin olmak, sevdiğim işleri yaparak sevdiğim insanlarla bir arada yaşamak gibi temennilerim var.

Fotoğraf: Eda Vatansever

MELİS DANİŞMEND’İN ‘EN’LERİ

Yalnız kaldığında en sık dinlediğin şarkı?

Her zaman değişir.

Kendini en huzurlu hissettiğin yer? 

Evim.

Senin için en unutulmaz film karesi?

Çok var tabii ama Requiem for a Dream’de Ellen Burstyn’in birçok sahnesi benim için unutulmazdı.

En son gittiğin konser?

Londra Rough Trade’de tesadüfen yakaladığım ve çok beğendiğim Avustralyalı grup RVG.

Şehirde en sevdiğin semt?

Caddebostan.

En sevdiğin kahve?

Size söylemeye çekiniyorum ama çaycıyım ben.