Geçtiğimiz ay tanıştığımızda BiKahveBiKeyif’de değişik tarzda filmler hakkında konuşacağımızı belirtmiştim. Şimdi kısa yoldan para kazanmayı hedefleyen bunun için kanunları birazcık çiğnemekten beis görmeyen karakterleri içeren bir listemiz bizi bekliyor. Bu listemizde geçen seferki gibi katı kriterlerimiz yok. Yani klasik banka soygunu içeren bir listemiz bulunmuyor. Eski- yeni fark etmeden temasında bir soygun içeren- ki bunun ille bir banka soygunu olması gerekmiyor- hikâyede önemli bir yerinde -belki de tek bir sahne de olabilir-soygun olan filmlerden ya da işe hırsızlıkla başlayıp daha kötü bir karaktere dönüşen ya da mesleği hırsızlık olup başlına türlü türlü bela gelen karakterlerin olduğu filmlerden bahsedeceğiz. Bunların bazıları defalarca izlediğim klasiklerden bazıları ise bu liste şerefine yeni izlediğim filmler olacak ama hepsinde anlatılan kusursuz planlara hayran kalacak, yaşanılan aksiliklere karakterler ile beraber hop oturup hop kalkacaksınız.
Eğer herkes kahvelerini eline alıp meraklandıysa geri sayımımıza başlıyoruz… Yazı: Emir Bozkırlı Instagram:@sinepir
10. Bad Times At The El Royale
Bol yağan yağmur, filmin geçtiği otelin lobisinde geçen bol kahve fincanları, kesişen hayatlar, tekinsiz karakterler, ters köşe sahneler. Bol suç içerikli, film noir tarzını seven biri daha ne ister bilemedim.
Filmimizin konusuna gelecek olursak vakti zamanında daha güzel günler görmüş bir otel olan El Royale’e yağmurlu bir akşam birbirini tanımayan yabancılar kalmaya gelir. Uzun zamandır bu kadar rağbet görmeyen otelde hareketli bir gece bu yabancıları beklemektedir.
Bu tür çok karakterli filmlerin en büyük handikabı filme izleyici çekmek için birbiri ile yarışacak benzer aktörleri filme kattığında oluşan rol çalma savaşı nedeni ile bazı şeylerin abartılı beyaz perdeye yansımasıdır. Ancak bu filmde bu duruma rastlanmıyor. Ne de olsa tüm oyuncular Jeff Bridges gibi bir duayenle aşık atamayacağını ya da Chris Hemsworth ve Jon Hamm gibi iki farklı kulvarda olan yakışıklının birbiri ile rekabet edemeyeceği ortada. E güzel kız, çatlak kız, Afro Amerika kökenli yan karakter ve garip görünümlü filmin sonuna doğru kesin bir şey yumurtlayacağı belli metod oyunculuğu ile canlandırılan yan karakter kontenjanları da güzel bir biçimde doldurulduğu için belki oyunculuk yoksunu Dakota Johnson hariç hiç bir karakter sırıtmıyor.
Filmdeki tüm karakterler tekinsizlik halini çok güzel yansıtmış.
Ev aletleri satıcısı, rahip, blues vokalisti ya da otel görevlisi gibi normalde gayet masumane mesleklere sahip bu insanların her biri farklı bir kişi olabilir. Filmin sonuna kadar bu gerilim başarılı bir şekilde korunmuş. Soygun bu filmin neresinde diye sorulan soruları duyar gibiyim. Film hakkında çok renk vermek istemediğim için haddinden fazla bilgi vermedim ancak yukarıdaki belirttiğim karakterlerden bir tanesinin aslında banka soyguncusu olduğunu ve enfes flashbackler ile o anlara dönüldüğünü şu an için ise soygundan kazandığı paranın yerini bilmediği için avare avare dolaştığını söylersem çok da renk vermiş sayılmam.
Sonuç olarak bol entrikalı bu filmi tüm sinemaseverlere tavsiye ediyorum. Ayrıca bu kadar şatafatlı bir isme sahip olan bir film ne kadar kötü olabilir değil mi?
9. Ant-Man
Şimdi tema soygun olsa da işin içinde ahlaki değerleri olan bir hırsızın olduğu bir çizgi roman filmini koymazsam olmazdı. Filmin kısaca konusuna gelecek olursak, kahramanlık günleri geride kalmış olan ve zamanında geliştirdiği küçültücü kostüm ile Amerikan Hükümeti için askeri görevlere çıkan Hank Pym’in bu icadı tehlikeye girince ekibi ile soygun yapan, hapisten yeni çıkmış Scott Lang ile gönülsüz bir iş ilişkisi kurar. Scott hiç kimse için olmasa bile her şeyden çok sevdiği kızı için hayatındaki belki en bilimsel soygunu gerçekleştirecektir.
Filmin bence en büyük başarısı süper kahramanlık öğelerini bir soygun filmine güzel bir biçimde harmanlamış olması. Tabii buna yapım şirketi ile tartışmaları nedeniyle filmin çekimlerinden ayrılan ve şu an künyede yer almayan ancak başka bir filmle (Baby Driver) listemizde yer alan Edgar Wright’ın büyük oranda senaryoya dahil olması ve filmin büyük bir çoğunluğunu yönetmiş olmasının etkisi büyük. Birçok başarılı filmdeki çok iyi duayen oyuncunun (Michael Douglas) can verdiği karakterin koçluğu ile az ünlü oyuncunun (Paull Rudd) oynadığı zamanında hafif suçlara bulamış ancak özünde iyi olan oyuncunun tatlı sert atışmaları, büyük tartışmalar ile tanıştığı kadın oyuncunun (Evangeline Lilly) canlandırdığı aile sorunları nedeniyle bağlanma problemi yaşayan karakterin esas oğlana aşık olması, daha önceki filmlerinde değişik yan karakterlerde oynamış sonunda bir filmde daha önemli bir rol elde etmiş oyuncunun (Corey Stoll) rol aldığı iyi gibi görünen ama aslında kötü olan karakterin eski akıl hocası ile mücadelesi gibi formüller iyi kullanıldığı için başarılı bir film olmuş. Tek eksi yanı Corey Stoll’un biraz zayıf kalması ancak olacak o kadar. Çizgi roman filmlerini hiç izlemediyseniz bile izlenebilecek tatlı bir soygun filmi var karşımızda. Özellikle biraz büyük (9-10 yaş diyelim) çocuklara sahip aileler için güzel bir vakit geçirici film olmuş.
8. Kiss Kiss Bang Bang
Çok bilinmeyen ama filmin efektleri ile değil de hikayesi ile iş yaptığını gösteren bir film Kiss Kiss Bang Bang.
Ufak işlerin adamı olan ve asıl işi hırsızlık Harry bir soygun yaparken işler hesapladığı gibi gitmez ve kaçar, girdiği binada bir film için deneme çekimleri yapılmaktadır. Yapımcılar Harry’i beğenirler, böylece Harry’e şöhret kapısı açılmış olur. Yapımcıların kendisine verdikleri rol dedektifliktir. Rolüne hazırlanırken eski aşkı Harmony ile de karşılaşıp ona kahraman olduğunu kanıtlamaya çalıştıkça işler iyice sarpa sarar.
Yukarıda üstü kapalı bir açıklama yaptım konusuyla ilgili ancak bu film bu kadar da basit bir film değil elbette hatta oldukça karışık bir film örgüsü olduğunu ama mizah yönü gelişmiş izleyicilere resmen bir espri şöleni yarattığını söylemeliyim. Robert Downey Jr. ve Val Kilmer resmen döktürmüş. Robert Downey Jr. bir röportajında bu filmin yer aldığı en sevdiği filmlerden biri olduğunu belirtmiş. Çünkü uzun zaman süren alkol ve uyuşturucu rehabilitasyonundan sonra rol aldığı en önemli karakter bu filmdeymiş ve bu filmdeki performansı sayesinde şu an milyon dolarları kazandığı ve popülaritesine popülerlik kattığı Iron Man-Tony Stark karakteri için teklifi bu filmdeki performansı için kendisine teklif etmişler. Zaten belki biraz vefa borcunu ödemek için olacak ki normalde senarist kimliği ile (Cehennem Silahı Serisinin 4 filminin senaristi de olan) Shane Black pek film yönetmese de Iron Man 3 filminin yönetmenliğini yapmasına da ön ayak olmuş Robert Downey Jr.
Film Hollywood’u eleştirirken asıl soyguncuların yüzünde maske, sırtında çuval olan mesleği “hırsızlık” olan kişilerin değil de daha legal gözüken kişilerin olduğunu anlatırken bazı yerlerde gözlerden yaş gelene kadar gülme ihtimali var (örnek: rus ruleti sahnesi). Birçok alanda ilerleyen filmi izlememiş olanlar mutlaka izlesin derim. IMDB puanı 7,6 olarak yazdım verilere dayanarak ancak benim gözümde 8,6 puanı olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
7. Baby Driver
Bir insanın hobisi sinema olunca her tür filmi izlemeye çalışır ancak tabii ki favorisi de bulunur. Şahsen İngiliz filmlerini özellikle de İngiliz Suç filmlerini severim. İşte bu filmde bu janrın önde gelecek örneklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Yönetmen Edgar Wright zaten daha önce Shaun of The Dead, Hot Fuzz ve Scott Pilgrim Vs. The World filmleri ile hangi tarzda film çekerse bu tarzı bir tık farklılaştırdığını göstermiş bir yönetmen. Shaun of The Dead bir zombi filmiydi ama nasıl yani dedirten birçok yönü vardı. Hot Fuzz sözüm ona bir polisye idi ancak yer yer karınları ağrıtacak kadar komikti. Scott Pilgrim Vs. The World daha hangi köşeden dönsen karşına bir çizgi roman filmi çıkmadığı dönemlerde çekilmiş oldukça sıradışı bir çizgi roman filmiydi. İşte bu filmler sayesinde Edgar Wright kardeşimiz yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır demiş ve Baby Driver gibi mükemmel bir film çekmiş. Konusuna gelecek olursak kısaca şöyle:
Baby genç yaşına rağmen oldukça deneyimli bir sürücüdür. Genç görünümü yüzünden Baby lakabını alan genç sürücümüz daha 12 yaşında iken suç dehası Doc’un kanatları altına girer. Banka soygununun ardından kaçış için sürücülük yapan Baby Doc’un normalde yaptıkları işlerden daha üst düzey bir soygun planladığında yolu psikopat bir ekip kesişir ancak girdiği bu iş başarısız olmaya mahkûm bir soygundur. İşler ters gittiğinde kurtarması gereken sevdiklerinin yanında olması gerekecektir.
Filmde kere film boyunca harika şarkılar dinliyoruz. Film sıfır CGI yani özel efekt içeriyor ki bu nedenle eski usul aksiyon sevenlerin sahnelere bayılacağını düşünüyorum.
Oyuncular ise gerçekten takdire şayan. Psikopat Bats rolüyle Jaime Foxx, maskülen çekiciliğini Mad Men’de birçok izleyici ile tanıştıran Buddy rolü ile Jon Hamm, Baby’nin kalbini küt küt attıran Debora rolü ile açıkçası ilk defa izlediğim ve beğendiğim Lily James yan rollerde oldukça iyiler. Tüm suçların beyni, kendi çocuğunu bile suça dâhil eden ama bir o kadar da babacan Doc rölüyle şu an özel hayatında yaptığı bazı edepsiz şeyler nedeniyle sevilmeyen ancak bunun için dahi olsa performansa laf söylenmeyecek Kevin Spacey ve adı gibi bebek yüzlü olan Baby rolü ile Ansel Elgort resmen birbirini tamamlamış. Her sahnede gencinden yaşlısına birbirinden rol çalarak şahaneler yaratmışlar.
Edgar Wright bu film için 1995’den beri uğraştığını belirtmiş ve kendisinin şaheseri olduğunu belirtmiş. Gerçekten de özenilerek yapılmış bir film. Hatta bunu bir örnek ile taçlandırsak Baby’nin ekibe kahve aldığı açılış sahnesi tam 28 kere çekilmiş ve 21. çekimde karar kılınmış. Kahve demişken evet Baby Driver listemizin bir numarası olmayacak ancak listemizin en kahve dostu filminin bu olduğunu düşünüyorum. Filmi izledikten sonra bana hak vereceksiniz.
6. Drive
Bazı filmler vardır, repliği ve aforizması boldur. Filmi izledikten sonra bir düzine kişi sosyal medyada kullandıkları kullanıcı adlarını değiştirirler, “Durumum” ya da “Ne düşünüyorum” sekmesine filmden alıntılar yaparlar. Ancak bazı filmler de vardır ki karakterlerin çok konuşmalarına gerek olmaz, karakterin yaptığı bir mimik, o esnada arka planda çalan müzik, önemsiz gibi görünen ama sahnenin sağ köşesinde görülen bir adam tüm hissiyatı bünyenize almanıza yeter. İşte bugün hakkında konuşacağımız film bu tarz olacak.
Adı bile bilinmeyen (filmde ya Sürücü ya da Çocuk diye sesleniyorlar karaktere) ancak söz konusu otomobille alakalı bir konu oldu danışılacak genç bir adam. Gündüzleri tamirhanede çalışmakta, ara ara filmlerde dublörlük yapmakta ve en önemlisi geceleri soygunlar için kaçış arabasını ustaca kullanıp şoförlük yapmaktadır. İllegal işlerden ortalama üstü bir para kazanmasına rağmen küçük bir apartman dairesinde mütevazı bir hayat yaşamaktadır. Her hikâyedeki düzeni bozulan adamın yaşayacağı gibi küçük bir çocuğu olan güzel komşusu Irene ile yakınlaşmaya başlar ve hem kadınla hem de çocukla bir bağ kurar. Ancak hapisten yeni çıkmış ve tehlikeli adamlara borçlanmış Standard’ın hayatlarına tekrar girmesi ile işler karışık bir hal alır. Sürücü, Irene ve çocuğunun zarar görmemesi için Standard’ın yapacağı bir soygunda sürücülük yapmayı kabul eder.
Konuyu okudukça içinizde bir sıkıntı oluştu değil mi? Ama hiç öyle değil, film aynı hayat gibi her türlü duyguyu yaşatıyor insana. İstese deli gibi hızlı gideceği yollarda şahane müziklerle gece şehir ışıklarındaki araba sürüş sahneleri en huysuz bebeği bile uyutacak cinsten. Sürücü ile Irene’in Sürücü’nün tehlikeli bir kişilik olmasına rağmen masumane yakınlaşmaları, şoför koltuğunda yapamadığı şey olmayan Sürücü’nün Irene’i görünce elini kolunu koyacak yer bulamaması gibi çok güzel detaylar var.
Tüm bu tatlı sahnelerle beraber söz konusu suç dünyası olunca oldukça sert sahneler de mevcut. Amerika’daki ilk filmi olan yönetmen Nicolas Winding Refn’in şiddet sahneleri için vakti zamanında oldukça ses getiren Irreversible’ın yönetmeni Gaspar Noe’den tavsiye aldığını belirtmekte yarar var.
Oyuncular ise az-çok rol demeden herkes birbirinden rol çalıyor. Yakışıklılğının arkasına saklanmayan türlü türlü yeniliklere açık olduğu için başarılı bir oyuncu olan ve bence bizim jenerasyonun (yaşımızı da belli ettik) Brad Pitt’i olan Ryan Gosling zaten tek başına filmi sırtlıyor. Kendisine bu süreçte masumane Güzelliği ile Carey Mulligan, aslında kötü olsa da bir şekilde kendini sevdiren Sürücü’ye baba figürü olarak en yakın kişi olan Shannon rolü ile Bryan Cranston, kötü adam kontenjanını hakkıyla dolduran kendi aralarında Ying Yang gibi çalışan Albert Brooks ve Ron Perlman ile adeta bir şölen izliyoruz.
Sonuç olarak bu materyalist sahneleri metaforlarla (Sürücünün sırtında akrep baskısı olan montunun bile anlamı var) harmanlamış, hem dingin hem vahşi olan, sinema okullarında ders diye gösterilmesi gereken ve zamanında 64. Cannes Film festivalinden En İyi Yönetmen Ödülü’nü hakkı ile kazanıp dönen bu filmi tüm sinemaseverlere tavsiye ediyorum.
5. Ocean’s Eleven
Oyuncular: George Clooney, Brad Pitt, Julia Roberts, Matt Damon, Andy Garcia
Listemizde teması soygun olan ya da filmin önemli bir yerinde soygun olan filmler olacağını belirtmiştim. O yüzden komedi soslu aksiyon, süper kahraman filmi vs gibi örnekleri de listemizde saydım ancak bu listenin olmazsa olmazı klasik soygun filmlerinden de koymazsam olmazdı. İşte Ocean’s 11 bu nedenle mükemmel bir örnek ve bir çok istisnayı da içinde barındırıyor. Öncelikle genelde yeniden çekilen filmler kötü olur. İlk Ocean’s 11 1960 yılında Dean Martin ve Frank Sinatra gibi o dönemin süper starları ile çekilmiş güzel bir film mevcut. İşte 2001 yılında şahane bir kadro ile yeniden çekilen film şaşırtıcı bir şekilde çok güzeldi. Gelelim ikinci konumuza, şahane kadro demek normalde tek başlarına filmleri sırtlarında taşıyan oyuncular demektir. Bu filmde de aynı şey geçerli olur. George Clooney, Andy Garcia, Brad Pitt, Matt Damon, Julia Roberts ve daha nicelerinin olduğu bir ortamda kavga dövüşün çok olacağı düşünülür. Hâlbuki bu kadar egosu yüksek bir ortamda o kadar güzel bir uyumla oynayan yıldız oyuncular gerçekten şaşırtıyor. Tabii bu başarıda yönetmen Steven Soderbergh’in payı oldukça büyük. Filmi başından sonuna güzel bir şekilde çekip çeviriyor.
Filmimizin konusuna gelecek olursak hapisten yeni çıkmış Danny Ocean hayatının en büyük vurgununu yapıp artık yasal olmayan bir hayattan çıkmak istemektedir. Bu nedenle gelmiş geçmiş en soygunu planlar. Hedefi Terry Benedict’e ait olan Las Vegas’daki en büyük üç kumarhaneden 150 milyon doları çalmaktır. Bunun için hepsi kendi alanında uzman 11 kişilik bir ekip kurar.
Söz konusu Las Vegas gibi bir günah şehri olunca, neredeyse herkesin ekranda görmeyi sevdiği yakışıklı adamlar, güzel kadınlar, lüks yaşam ve pahalı arabaların etrafında dönen güzel bir soygun filmi olmuş Ocean’s 11. Üstelik bu listedeki filmler arasında şiddeti ön plana çıkarmayıp aklın öne çıktığı yegâne film olarak duygusal film izlemekten sıkılmış, artık eşleri ile de bir aksiyon filmi izlemek isteyen erkekler için uygun bir film var. Ocean’s 11’den sonraki devam filmleri çok başarılı olmasa da ilk film mutlaka tüm film severler tarafından izlenmesi gerek olduğunu düşünmekteyim.
4. Heat
Listemizin yukarılarına gittikçe sıcaklık iyice artıyor. Posteri görüp oyuncuların ismini gören özellikle 40 yaş üstü sinema severler hafifçe bir titrer gibi oldu farkındayım. Çünkü Heat sinema dünyasında bazı şeyleri allak bullak eden bir film.
Yaptığı her soygunu ince detaylarla planlayan Neil McCauley genelde kendi gibi uzman bir ekiple çalışan milyon dolarlık soygunları tercih eden profesyonel bir hırsızdır. Vincent Hanna ise hırslı, şehrinde yaşanan soygunların ve şiddet sarmalının sona ermesini isteyen bir polistir. McCauley’in son işinde ekibinden birinin yaptığı hata yüzünden Hanna’nın radarına girmiştir. McCauley ya her şeyi bırakıp kayıplara karışacak ya da son bir defa hayatının vurgunu yapıp emekliye ayrılacaktır.
Bir kere poster her şeyi anlatıyor. Al Pacino ve Robert De Niro gibi iki usta Godfather 2’den sonra (ki o filmde oynadıkları rol gereği hiç bir sahnede birlikte gözükmemişlerdi) ilk defa aynı karede izleme şansını bu filmde kazanıyoruz. Özellikle iki ustanın lokantada karşılıklı kahve içtiği sahnede heyecandan kendi kahvemi yerlere döktüğümü söylemeliyim. İkincisi döneminin gerçekten ötesinde çatışma sahneleri olan heyecanlı bir film izliyoruz. Hatta bu sahneler o kadar gerçekçi bulunuyor ki yönetmen Michael Mann’ın gerçekçi çatışma sahneleri hala birçok gerçek polis eğitimlerinde kullanıldığı bilgisini vermekte yarar var. Üçüncüsü filmin hikayesi o kadar güzel ki iki saat elli dakika nasıl geçiyor anlamıyorsunuz bile. Tabii ki bunda Michael Mann’ın usta senaristliği ve hikâyeyi gerçekten tanıdığı bir polisin daha önce tanışmış olduğu bir suçlu ile yaşamış olduğu mücadeleyi temel almasında çok büyük pay var. Boşuna Michael Mann denilince akla gerçekçi filmler gelmiyor.
Bazı filmler zamansız oluyor. İşte Heat de her ne kadar 1995 yapımı olsa da 2019 yılında da 2029 yılında da izleseniz ölümsüzlüğünden hiçbir şey kaybetmeyecek. Bu nedenle hala izlememe gibi bir durumda iseniz hiç vakit kaybetmeden izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
3. Snatch
Yazılarımın çoğunda ne kadar suç filmlerini, özellikle de İngiliz yapımı suç filmlerini sevdiğimi belirtmiştim. Ancak bunun başlangıç noktasından hiç bahsetmemiştim. İşte şu an bu sevgimin nedeni olan film hakkında bir şeyler yazma zamanı geldi. Filmi sanırım 8 kere izlemiştim. Aslında şu an yazımızın başında bahsettiğim “defalarca izlediğim” filmlerden birindeyiz. Sizin için filmi 9. sefer izledikten sonra hislerimi kaleme dökme zamanı geldi.
Kendi halinde lisanssız boks maçlarında bahis oynatan Turkish (karakterin takma adı değil gerçek adı ve ben neden adının bu olduğunu bu izlememde fark ettim) ofis olarak kullandığı karavanın artık hurdaya dönmesinden dolayı iş arkadaşı Tommy’i karavan satışı yapan çingenelerin parkına gönderir. Karavan işi ile ilgilenen Mickey’nin usta bir boksör olması ve Tommy ile beraber parka gelen Gorgeous George ile münakaşaya girmesi birçok kişi için sonun başlangıcı olur. Bu sırada kumar tutkunu usta hırsız Franky Four Fingers 84 karatlık bir elmas çalmıştır ve bunun haberi Londra’nın yeraltı dünyasında kulaktan kulağa yayılır.
Çok karakterin olduğu filmlerde hep havada kalmışlık hissi vardır. Ancak Guy Ritchie o kadar güzel olay akışını birbirine bağlıyor ki her karaktere ekranda çok az bir süre kalsa da tüm karakterlerinin tüm özelliklerini izleyici anlayıveriyor. Bir çatışmada altı kurşunla vurulmasına rağmen hayatta kalıp kendisini vuran kurşunları dişlerine kaplatan Bullet Tooth Tony’nin aslında hayvansever olması ve Madonna sevmesi, belki film tarihindeki en antipatik kötü adam olan Brick Top’ın kahvesine şeker istendiğinde “Hayır, ben kendim yeteri kadar şekerim” derken aslında içinde bir espri makinesinin olduğunu rahatlıkla görüyoruz.
Beni bıraksanız tüm filmi sayfalara dökeceğim o yüzden hem konunun hem de karakterlerin hepsinin üzerinden geçemeyeceğim. Ancak artık bol efektli filmlerde görmeye alıştığımız Jason Statham’ın Guy Ritchie’nin de desteği ile piyasaya çıkış filmi olması ve Brad Pitt’in Lock Stock And Two Smoking Barrels’ı izledikten sonra mutlaka bir Guy Ritchie filminde oynamak istemesi üzerine yönetmeni araması, Ritchie’nin sırf Brad Pitt için Mickey karakterini yazması ve bu filmden önce Fight Club’da da bir dövüşçüyü oynadığı için başka şartlarda istemese de Brad Pitt’in rolü kabul etmesi filmin önemli detaylarından.
Sonuç olarak bu filmi izlemeden kimse güzel bir soygun filmi izledim diyemeyeceğini belirtmek isterim. Hem aksiyon sevenler hem de aksiyonun içinde biraz da kara komedi olsun diyenler kesinlikle kaçırmamalı.
2.Cidade De Deus
Oyuncular: Alexandre Rodrigues, Leandro Firmino da Hora, Seu Jorge
Evet bu sefer çook uzaklara gittim farkındayım. Aslında dilini anlamadığım filmlerden çok hoşlanmam ancak bu öyle bir film ki filmin diyaloglarına çeviren çevirmene körü körüne güvenip kendimi defalarca filmi izlemiş olduğumu belirtmeliyim.
Rio De Janeiro’nun kenar mahallelerinde biri yaşadığı ortamın bir parçası olan suça hiç bulaşmayarak hayatına devam ettirerek fotoğraf sanatçı olan, diğeri ise ufak tefek hırsızlık ve soygunla başlayıp çok daha kötü suçlara karışan ancak beraber büyümüş iki çocuğun hikayesini izliyoruz. Filmin hikayesi binlerce kilometre ötede geçse de oldukça etkileyen global bir film var karşımızda. Atmosfer harika, Rocket, Benny, Knock Out Ned, Havuç (hayır düşündüğünüz kişi değil ) gibi birbirinden arıza karakteri ile bolluk yaratılmış ama o kadar karakterden dolayı filmin bütünlüğü kesinlikle bozulmamış aksine her karakterin birbiri ile bağlantısı bir nakış gibi işlenmiş. Bu kadar çarpıcı bir filmin gerçek olaylardan uyarlanması ise insanı şok ediyor. Mesela Li’l Zé gibi bir delinin gerçekten yaşamış olması o kadar katliamı yapması insanın kanını donduruyor. Brezilya’da hala hırsızlık, soygun, bireysel silahlanma ve insanlarının birbirlerini katletmesi hala en büyük sorun. Yılda 40000 insan bu tür olaylarda hayatını kaybediyor olması gerçekten üzücü. Filmimizin bu listeye girmesinin nedeni ise filmdeki banka soygunu sahnesinin aslında çok büyük olaylara gebe olması. Bu kadar önemli bu sahnede ne olduğunu merak edenler ise filmi izlemesi gerekecek. Ancak buna kesinlikle pişman olmayacağınızı söyleyebilirim.
1. Pulp Fiction
Listemizin birinci filmi için bana hitap eden özel filmlerden biri olması tesadüf değil. Quentin Tarantino benim için gerçekten özel bir yönetmen. Sinema endüstrisine girmeden önce film kiralama dükkânında çalışması sinema külliyatını yalayıp yutmasını sağlamış. Bu nedenle şu an hakkında yazdığım Pulp Fiction gibi suç filmi de çekse, Uzak Doğu esintili Kill Bill de olsa ya da Vahşi Batı temalı Django : Unchained gibi hangi türde film çekerse çeksin gerçekten harikalar yaratıyor. Kimisi için filmlerinde gereksiz konuşma çok mevcut ancak o kadar çok detay mevcut ki kılı kırk yaranlar için adeta zevk şöleni olduğunu söyleyebilirim.
Bana kalsa tüm filmlerini tek tek buraya yazarım ki aslında bu listeye rahatlıkla Rezervuar Köpekleri’ni de koyabilirdim ancak bir yönetmenin iki filmini birden koymak belki torpil iddialarını öne çıkartır diye koymadım
Öncelikle nedir Pulp Fiction? Özetle edebi değeri pek olmayan karakterlerin de ahlaki olarak çok ahım şahım olmadığı hikâyelere verilen genel ad. Hal böyle olunca adını alan filmin karakterleri de çok da gerçek hayatta etkileşimde olmak istemediğiniz karakterler oluyor. Çok spoiler vermek istemem ancak birkaç karakterden bahsedersem ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız: Patronları için adam vuran tetikçiler, karı koca soyguncular, para için maçı hile ile vermesi gereken boksörler, mesleği cesetten kurtulmak olan profesyoneller ve daha niceleri. Çok spoiler de vermek istemiyorum o yüzden pek renk vermedim film hakkında ancak Bruce Willis, Samuel L Jackson, John Travolta, Christopher Walken, Uma Thurman, Harvey Keitel, Tim Roth ve Ving Rhames gibi kalbur üstü oyuncuların performansta zirve yaparak can verdiği bu kadar çok karakterin yolu Tarantino’nun ilmek ilmek ördüğü senaryo ile öyle güzel kesişiyor ki 154 dakikalık film nasıl geçti anlaşılmıyor bile. Bu film bu listeye neden girdi derseniz filmin girişinde ve finalinde bulunan (gene spoiler vermemek için anca bu kadar söyleyebiliyorum) bol kahveli lokanta soygunu diyebilirim.
1990lar sinema endüstrisinin iyi film bakımından zirve yaptığı dönemdi. Pulp Fiction da bu dönemin resmen neferlerinden bir tanesi. Filmin ortaya çıkmasının 25. yılında mutlaka izlenmediyse izlenmesi gereken bir film olduğunu belirtmek isterim. Kim bilir bize bu kadar şahane filmler izlettiren 1990lar için belki de ayrı bir liste yaparız ne dersiniz?