
Ulaş birkaç sessiz tartışma yaşadı kendi içinde. Hayata kaldığı
yerden devam edebileceğinden emin değildi. Büyük bir boşluktu bu.
Ne buralara ait hissedebiliyordu kendisini ne de gidebilmek için bu
yerlerden bir güce sahipti. Her şey yerinde gibiydi oysa, iyi bir
üniversitede okuyor, sevgilisiyle yaşıyor, burslarla ve yaptığı ek
işlerle iyi para kazanıyor ve bu sayede gönlünce gezebiliyordu. Lise
yıllarında bu kadarını hayal bile edemiyordu muhtemelen.
Ama ana hâkimi hayatının; boşluk.
Birden okuduğu kitabı bırakıp bunları düşünmeye başladı. Sessiz
sessiz söyleniyordu ki Mercan’ın seslenmesiyle irkildi;
Efendim? Bana mı dedin hayatım?
“Şey… Bu aitsizlik diyordum kendi kendime, niye bir türlü dünyanın
dönüşüne kaptıramıyoruz kendimizi. Neydi bu beni ve neslimizi ölüp
bitiren his? Savaşlar görmemiş, sürgünler yememiş, herhangi bir
kıtlık yaşamamış ve dünyayla iç içe büyümüşüz. Ama sanki asırlardır
en büyük sorunları kendimiz yaşamışız gibiyiz her birimiz. Ne eksik
olan bilmiyorum.” dedi.
Bir süre sessizlik hâkim oldu koca odaya. Mercan biraz tedirgin bir
cilveyle yaklaştı Ulaş’a ve dizine oturdu;
Bu çağın hiç doğru bir çağ olmadığını düşünüyorum yaşamak için.
Sanki hiçbir amacımız yok gibi. Bu beni bir hayli üzüyor ve boşluğa
itiyor. Sürekli boş bir kavganın içinde buluyorum kendimi. Mesela
okulu düşünsene, mezun olunca ne olacağımıza dair bir fikrin var
mı? Ya da bizi düşün. Son tartışmamızı örneğin…
“Mercan bir anda Ulaş’ın göğsünden kafasını kaldırdı. Gene mi bu
konuya geleceğiz gibisinden tek kaşını kaldırarak baktı. Ulaş,
Mercan’ın kafasını tekrar göğsüne bastırdı ve konuşmaya devam etti.
“Dur bir anarşik” dedi gülümseyerek “O örnekti sadece. Her şey için
böyle. Hayatımıza dair çok az şeyin içindeyiz ve dahil olduğumuz hiçbir
karar alınan değil uyulan kararmış gibi.
Bak demek istediğim insanlık, tarih boyunca yaşamla ölüm arasında
ince çizgilerde yürüdü belki ama hep bir mücadelenin ve varoluş
çabasının içindeydi. Bu çağın bize dayattığı bu boşluk yoktu. Keşke o
dönemlerde yaşasaydım diyorum sonra tarihe bakıyorum, savaşlarla,
kıtlıklarla, sürgünlerle dolu tarihe. Savaşların da içinde olmak
istemiyorum. Kendime bir yaşam dönemi seçemiyorum. Kısaca ne
buraya ait kalabiliyorum ne imreneceğimiz bir tarih bırakmışlar bize.”
Mercan biraz uzaklaşıp düşüncelerinin arasına bir bıçak gibi sokulacak
şu cümleleri söyledi;
“Tarih hep savaşları kaydetti, hep kötü olayları. Belki yazıldığından daha
güzeldir”
“Ulaş biraz hak veriyordu, yıllardan yıllara atlayan savaş dönemlerinden
başka bir şey yoktu tarih kitaplarında, fark edilmemiş bir boşluğu
olabilir miydi insan tarihinin gerçekten? Bu içinde bulunduğu çağdan
daha güzel, daha insani, gerçek kaygılarla yaşayan, sadece insanlığın
iyiliğine ve faydasına, ciddiyetle, ehemmiyetle ve saygıyla geçen
ömürlerin olduğu, sadece koklayarak dünyayı yaşanan bir dönem
olabilir miydi?
Böyle bir şey varsa ölmek, güzel ihtimallerin açık kapısı mıydı?
Bunları düşünürken Ulaş’ın telefonuna gelen bir mesaj bildirimi böldü
sessizliği. Ulaş telefonunun yanan ışığına çevirdiğinde kafasını takvime
takıldı gözü, 3 Haziran’dı. Birden bir şiir okumaya başladı;
“Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak”
Birbirlerine baktılar. Mercan eğildi Ulaş’ın kulağına;
“Şimdi ölmek yok” dedi.
Ulaş ekledi;
“Haziranda ölmek zor”
Çizim: Ayşe Zencirkıran
instagram: aysezenovic
