Vapurları her zaman sevmişimdir çünkü toplu taşımalar arasında bana en özgürü o gelmiştir. Özgür
dediysem, koskoca deryada rotası belirlenmiş seferleri tamamlamakla yükümlü bir demirbaş kendisi tabi.
Olsun, bası kadar özgür en azından işte.

Bir de nostaljik havasından dolayı sevdiğim banliyöler vardı. Hareket halindeyken kapanmayan kapısının
önünde durur, tanımadığımız ve hiç tanışmayacağımız kızlara erkeklik gösterisi yapardık. Sonra modern
ve sağlıklı trenler getirdiler; metrodan, tramvaydan şeklen farkı kalmadı, devamında da tamamen
kaldırdılar. Şimdilerde yeni yetme düğün fotoğrafçıları kullanıyor sadece. Velhasıl artık banliyöler de
olmadığı için, gönül rahatlığıyla en sevdiğim şehir içi ulaşım aracına vapur diyebilirim. Tek sorun şu
Kadıköy’ün çok konuşkan yaşlı vapur amcaları ve vapur teyzeleri.

20 dakikalık Kadıköy-Beşiktaş seferini vefasız çocuklarının hikayeleriyle asırlık bir eziyete çeviriyorlar.
“Haklısın tabii amca/teyze” sözlerinin zamanla kendisini sadece kafa sallamaya bıraktığı artık rutinleşmiş
sohbetlerdi bunlar. Gene böyle bir keresinde vapurdayım, simit aldım diye içerde oturuyorum. Çünkü bir
martı gelip elimden kapmaya çalışır, bana zarar verir iye korktuğumdan ne zaman vapurda simit yesem
içerde otururum. Yolculuğun ortasına doğru bir amca “Evlat” dedi, “Bir bakar mısın?”. Hah dedim gene
yakalandık bir vefasızın babasına. Her ne kadar bu durumdan rahatsız olsam da belli etmedim bu
durumu. Sonuçta anlıyordum, bazı şeyler, yaşamak çok zor oluyordu. Hem ben artık alıştığımdan başka
gençlerinden de canı yansın istemiyordum.

– Buyur amcacığım
– Kaç yaşındasın sen?
– 16
Benim cevabımdan sonra güldü inceden. Oturduğu uzun yolcu koltuğunun boş kısmına eliyle vurarak
oraya oturmamı istedi. Ben de oraya otururken “Sizin yaşınız kaç?” dedim. Yaşlılar sever böyle sizli
cümleler duymayı. “Çok benim yaşım, boş ver” dedi. Biraz farklıydı diğer amcalardan. Ben “Genç
görünüyorsunuz, demeyin öyle” dedim. Buna da güldü, bu kadar güler yüzlü bir yaşlı görmemiştim.
Sürekli söylenir yaşlılar çünkü. Bunu ilk Selin’den öğrenmiştim. Bana “Sen şimdiden çok söyleniyorsun,
yaşlanınca çekilmezsin” demişti. Sonra kendim de deneyimledim, gerçekten yaşlılar çok söyleniyordu.
Ben bunları düşünürken birden vapura binerken telefonda konuştuklarımı duyduğunu, ona kendi
gençliğini hatırlattığını söyledi. Önce çok şaşırdım, sonra düşünmeye başladım.

Konuşmanın hangi kısmından bahsediyordu? Telefonda Gürkan’la konuşuyordum ve şok şeyden
bahsetmiştik. İçinde modern ve doğaçlama küfürlerin olduğu bir bölüm de vardı hatta. Belki küfür
alanındaki yaratıcılığıma bu güler yüzlü amca da hakimdi ve takdir etmek istedi. Öyleyse güzeldi çünkü
ufkumu açabilirdi. Hemen sordum: “Hangi açıdan?” diye. İlk cümleden açığa vuracaktı. “Bak genç adam,
senin yaşlarındayken bir kız vardı benim sınıfımda.” dedi. Burcu hakkındaki konuşmalarımızı diyordu.
– Bir gözleri vardı, şu deniz kadar mavi, parlak. Gözlerinde benim diyen adam boğulur derinliğinde.
İki sıra arkamda otururdu. Sürekli döner bakardım. O pek ilgilenmezdi. Evden okula okuldan eve
gidiyordu zaten. Bizim zamanımızda şimdiki gibi değil tabii, iletişime geçmek çok zor, kızı
yakalayıp konuşacak yer yok. Hoş, olsa da bizde o cesaret de yok. Birinci yıl bitti, kız hala aklımda.
Arkadaşlara soruyorum, yok diyorlar, böyle bir hataya düşme. Lisede artık son senemiz
muhabbet etmeye başladık iyice. Ama ben hala cesaret edemiyorum. Derken bir de baktım, lise
bitmiş. Karne kırık dolu ama devamsızlık iki yıldır sıfır. Gelip gidiyoruz ama boş. Hoca anlıyor bir
şeyler, bize laf-ı güzaf hepsi. Aklım fikrim teneffüste.

Durdu… bir iç çekti.
– Ee, bu kadar mı hikâye? dedim.
– Evet, dedi.

Bir şeyleri dinlemeyi unutmuş gibi hissediyordum kendimi. “Sevmiyor muydu sizi?” dedim.
“Bilmiyorum” dedi. “Hiçbir zaman öğrenemedim. Çünkü sormaya cesaret edemedi. Hayat uzun bi
süreç evlat, tercihlerimiz bazen sonsuza kadar gidecek bir mutluluk ihtimali için de olabilir,
“keşke”leri silebilmek için de. Gençken acısıyla yüzleşmemek için eşinden koşmadığın, bilinmeze
bıraktığın onca şeyin acısı, yaşlandıkça hissediliyor. Geriye dönüp keşke deneseydim şansımı
diyorsun. Gizlemeseydim duygularımı diyorsun. Çünkü ne zaman mutsuz olsan o günler geliyor
aklına, pişman oluyorsun”

Minik bir sessizlikten sonra “Haklısın amca” dedim. İlk defa bir vapur amcasına hak verdiğim için haklı
olduğunu söylemiştim.

Bu durum tam ben ve Burcu’nun hikayesi gibiydi. Belki aynı vapurun başka bir seferinde o da beni
düşünüyordu. Bilmiyordum. Sevmeme ihtimalinin acısı yüzünden, sevme ihtimalinin mutluluğunu mu
kaçırıyordum acaba? Uzun uzun düşündüm. Vapurdan indim. Uzun uzun yürüdüm. Sonunda kararımı
aldım. O günden sonra hiçbir zaman bir daha Burcu’nun adını ağzıma almadım.

Bunu ne için yaptığımı bilmiyorum. Galiba yıllar sonra kimse sevmezse beni, belki bir terlerde bir
“keşke hüzünden” ziyade “belki avuntusu” olsun istedim.
Belki o da seviyordu.