Kim? Özge Ilık
Neler yapar?  Yazar 
Nerede yaşıyor? 
İstanbul
Bulabileceğin sosyal ağlar: 
Ig: Özge Ilık

Fanstastik kitaplar seviyor ve raflarda sadece çeviri fantastik romanlar olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Zira Özge Ilık bunun yüzde yüz yerli örneklerinden bir tanesi. Şu sıralar Ay Işığı serisinin ilk kitabı Hırsız ile fantastik edebiyat severleri kendine hayran bırakan Özge, güçlü kalemi ve kurgusuyla bestseller romanları aratmayacak cinsten soluksuz bir heyecana davet ediyor.

Son dönemin, özellikle fantastik edebiyat alanında güçlü bir kalem olduğuna gönülden inandığımız Özge Ilık ile kitabını, hayatını ve hayallerini konuştuk.

Biz seni yazar kimliğinle tanıyoruz fakat aslında Özge Ilık kimdir, neler yapar?

An itibariyle %50 yazar %25 çizer %25 iç mimarım diyebilirim (Gülüyor). İstanbul’da doğdum ama ilkokula başladığım altı yaşımdan liseyi bitirdiğim (İçel Anadolu Lisesi) on sekiz yaşıma kadar Mersin’de yaşadığımız için ne doğum yerimi ne de nüfus cüzdanımda yazan Kırklareli’ni pek kale almıyorum. Ben Mersinli hissediyorum (Gülüyor). Şu anda İTÜ iç mimarlık bölümü 3.sınıf öğrencisiyim. Ailemle birlikte İstanbul-Küçükçekmece’de yaşıyorum.

Kitap dışında kafama estikçe yazdığım bir blogum var. Sanırım elim bir şeyler kavramaya başladığından beri çizim yapıyorum. Karakalem olsun, bilgisayar ortamında olsun resim kesinlikle hayatımın vazgeçemeyeceğim bir parçası. Artık elime çok alma fırsatı bulamasam da lisede gitar çalmayı çok severdim. Tam bir uzak doğu fanıyımdır. Hatta doğru tabir “fangirl” olur. Bir dönem piyasada okumadığım manga, izlemediğim anime yoktu diyebilirim (Gülüyor). K-pop ve kore dizileri de ilgimi çekiyor. Kendi kendime liseden beri Japonca, üniversiteye geçtiğimden beri de Korece öğreniyorum. İkisi de bir gün kesinlikle gitmek istediğim ülkeler. ( Bir de İtalya!)

HIRSIZ’I YAZMAYA BAŞLAMAMIN SEBEBİ FİZİK YAZILIMDI

Aslında bu sektöre çok genç yaşta atılanlardansın. Pek çok yaşıtın bu dönemi gezme ve flört üzerine kurulu geçirirken nereden çıktı kitap yazma fikri?

Aslında benim için çok yeni bir şey değildi. Daha ilkokuldayken bilgisayarın başına geçer 30-40 sayfayı bulabilen hikâyeler yazardım. Tabi, hep yarım kalırlardı. Hırsız’sa benim için kelimenin tam anlamıyla bir kaçıştı. Bu kitabı on yedi yaşımdayken yazmaya başlamamın esas sebebi ertesi gün fizik yazılımın olması ve benim çalışmamak için bir bahaneye ihtiyacım olmasıydı. (Kayıtlara geçsin diye belirtiyorum sınavım da iyi geçmişti (Gülüyor) ) Ertesi gün sınavdan sonra yazdıklarımı birkaç arkadaşıma okuttum ve beni devam etmem için resmen zorladılar. Düşününce önümde daha çalışmak istemediğim onlarca yazılı vardı. Neden olmasın ki dedim. Sanırım bunu yapabilmemde boşa zaman geçirmememin de yeri büyük. Kitap yazdığım dönem boyunca ne notlarım düştü ne de gezmemden tozmamdan ödün verdim. Bilgisayar oyunlarından taviz vermem yetti. (Üzgünüm Assassin’s Creed )

Nasıl bir lise hayatın vardı?

Tek bir kelimeyle özetleyecek olsam şahane derdim. Öyle ki her gecen gün değerini biraz daha iyi anlıyorum. Dışarıdan bakınca komedi filminden fırlamış gibi görünen bir arkadaş grubuna sahiptim ve farklı üniversitelerde olsak bile hala her anımızı birlikte yaşıyoruz.

 Lisedeyken insanlar beni haa şu resim yapan Japon kız, olarak tanırdı. Bir kitabın üzerinde benim ismimi görmek bekledikleri son şey olurdu herhalde. Herkes benim ressam ya da çizgi roman çizeri olmamı bekliyordu. (Açıkçası ben de kendimden bunu bekliyordum.) Okuldaki sergilerde bana ayrılan özel bir panom olurdu. Sevinsem mi utansam mı bilemezdim. Mersin’de liseler arasında bir gelenek vardır; 3.sınıflar dönem yüzüğü, 4.sınıflar dönem montu yaptırır ve neredeyse herkes alırdı. İkisinin de tasarım ekibindeydim ve çizimlerini ben yapmıştım. Aslında lisede biraz hangi taşı kaldırsanız altında beni buluyordunuz; tiyatro, çizim, tasarım ve hatta yıllık komitesi… Herkes kendi halinde takılırken ben fotoğraf ya da video çeker sonra bunları montajlardım. Hafızamdakilerin dışında dijital olarak da kayıt altına alınmış bir lise hayatım var (Gülüyor).

 Notlarım hep çok yüksekti, okul hayatım boyunca inektim yani. Hani şu sınav öncesinde herkesin sevgilisi olan canııım defterini bir alabilir miyim, dedikleri kız vardır ya, o bendim işte.

 O yıllara dönecek olsan neleri değiştirmek isterdin?

Bu soruyu okuyunca o kadar güldüm ki! Çünkü resmen üniversiteye geçtiğimden beri kafamda bunun bir listesini yapıyorum. (Gülüyor). Hatta birkaç gün önce içinde bu sorunun cevabını da barındıran yeni bir kitap yazmaya başladım.

Geri dönebilsem öncelikle mavi lens alma kararımdan kendimi vazgeçirirdim (Gülüyor). Tam olarak şunu derdim herhalde; tamam yeşil güzeldi ama işin suyunu çıkarma! Çok kısa bir dönem heves edip renkli lens kullandım. Resimlere bakınca ölü balık gibi göründüğümü fark ediyorum. Kimse de uyarmamıştı o zaman beni!

Duygularımı da daha çok belli ederdim herhalde. Kötü hissettiğimde bunu herkesten saklamaya çalışırdım. Oysa ne gerek var? Ve biraz daha girişken olmak isterdim. İnsanlar beni çılgın bulurlardı ama bilmezlerdi ki ben kafamdan geçenlerin yarısını kendime saklıyorum (Gülüyor). Yine de büyük değişiklikler yapmazdım hayatımda. Çünkü iyisiyle kötüsüyle yaşadığım her şey şu anki Özge’yi yarattı. Başka biri olmak istemezdim.

 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ZİHNİNE GİRMEK İSTERDİM

‘Türkiye’de fantastik yazar mı var?’ diyenlere de güzle bir cevap oldun aslında… Sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun, gerçekten bu mevzuda başarısız mıyız?

Ben gerçekten Türkiye’de insanlar nasıl fantastik türünde yazmaz hiç anlamıyorum. Çok satanlarda en az beş tane yerli fantastik görmeliyiz bence çünkü biz fantastik bir ülke, fantastik bir milletiz. Öyle filmler izleyip, çeviri kitaplar okumamıza da gerek yok gerçekten. Azıcık kendi tarihimizi, üzerinde yaşadığımız coğrafyayı tanısak ilhamımızı buluruz. Yani tabi ki yazarken Türkiye’yle sınırlı kalmaya gerek yok ama ilham almak için neredeyse el değmemiş bir kaynak.

Aslında Türkiye’de fantastik okunmuyor da değil. Bu kadar kitap çevriliyorsa demek ki insanlar alıp okuyor. Ama nedense bu okuyucu kitlesi yazar Türk olunca ikiye ayrılıyor. Vay, Türk yazar bir şans verelim bakalım deyip kitabı alanlarla ayş Türk yazar kim bilir ne saçmaladı deyip çığlıklar eşliğinde kitapçıları terk edenler… İşin kötü yanı ikinci grubun daha kalabalık olması… Bence bu konuda medyanın (ve sosyal medyanın) yazarlara biraz sahip çıkması lazım. Okuyacakları bir yorum pek çok kişinin fikrini değiştirebilir. Bunu bizzat benim fikrimi değiştiren yorumlar olduğu için söylüyorum. Eğer ki birileri bu alanda biraz öne çıkmayı başarırsa gerçekten inanıyorum ki arkası gelecektir. Fantastik yazarsam okunmaz diye kendini geri çeken çok insan var. Oysa cesur olmalıyız. Birileri ilk adımları atmalı.

Kapakta yer alan o can alıcı soruyu biz sana sorsak, sen kimin zihnine girmek isterdin?

Bunu bir gün ablamla oturup uzun uzun konuştuğumuzu hatırlıyorum. Nedense yakınımdan birinin ya da sevdiğim birinin zihnine girme fikri bana hem fazla basit hem de korkutucu geliyor. Özellikle onların kafasında nasıl biri olduğumu görmek istemem. Başkalarının benim hakkımda ne düşündüğü onların bileceği iştir, bazen merak etsem bile esasında beni ilgilendirmez. Zaten güzel olan da merak etmek değil midir? Tabi bu yakınlarım için geçerli ama size üç kişi sayabilirim ki zihinlerine girip kafalarının nasıl çalıştığını görmek için pek çok şeyden vazgeçebilirdim; Nikola Tesla, Leonardo da Vinci ve Mustafa Kemal Atatürk.

Şu sıralar neler yapıyorsun, serinin devamı ne zaman gelecek?

Seri benim için biteli birkaç ay oluyor aslında. Üçleme olarak tasarlamıştım ve geçen yarıyıl tatilinde üçüncü kitabı da bitirdim. Tabi baskı olayı yayınevine ve ilk kitabın satışlarına bağlı bir durum. Bana yapılan yorumlardan pek çok kişinin sabırsızlandığını biliyorum. Bunda ilk kitabı biraz insanı çıldırtacak bir yerde bitirmiş olmamın da etkisi var. Ben okuyucu olsam ya yazarı vururdum ya da yayınevinin kapısında yatıp bana devamını vermesi için yalvarırdım. (İkincisini yapmışlığım vardır.)

 Kafamda çok fazla kurgu var. Hala temelini lisede attığım şeyleri yazmayı bitirmedim. Biri biraz distopik öteki çerezlik bir komedi olan iki kitabı birlikte yazıyorum şu aralar. Nasıl hissettiğime göre hangisine bölüm eklediğim değişiyor (Gülüyor). Bir şeyler yazmak benim için bir hobi değil bir ihtiyaç. Bazen yazarken kafamdan geçen her şeyi insanların okuyacağı gerçeği beni dehşete düşürüyor. Ya gülmezlerse ya o duyguyu vermeyi başaramazsam ya da en ünlüsü biri çıkıp da aa bu kız böyle şeyler mi düşünüyor hep derse diye. Ama yukarıda da dediğim gibi cesur olmak gerekiyor.

TÜRKİYE’DE GEÇEN FANTASTİK ROMAN ÇIKMIYOR

Hırsız’ı bir de Harry Potter ile kıyaslayanlar ve bu kıyasta seni oldukça başarılı bulanlar var. Harry Potter serilerine rakip olur musun? 

Bu soruyu gerçekten birkaç kez okudum doğru mu okudum ya, diyerek ve şu anda yüzümde tam olarak bir aptal aşık sırıtışı var. Harry Potter benim birlikte büyüdüğüm kahramanım. Daha okuma-yazma bilmezken ablam bana her gece uyumadan önce birkaç sayfa okurdu ve hala bitmek tükenmek bilmeyen bir umutla sekiz yıl gecikmeli Hogwarts mektubumu bekliyorum. Böyle bir kıyasta başarılı bulunuyorsam gerçekten zil takıp oynarım.

Rakip olabileceğimi düşünmüyorum açıkçası iki hikâye de fantastik olmasına rağmen bence karakterlerin yaşlarından ötürü kulvarları biraz farklı. Harry Potter benim hayatımda çok özel bir yere sahiptir ve gerçekten tek bir kişinin hayatında bile benim kitabım böyle bir yere sahip olursa ben kendimi kazanmış hissederim.

Seninle ve kitabınla henüz tanışmamış biri kitabını neden okumalı?

Kitabın içinde herkesin kendinden ve kendi hayatından bir şeyler bulacağına eminim. Her gün karşımıza Türk karakterlerin başından çoğunlukla Türkiye’de geçen fantastik bir roman çıkmıyor. Bu bile bir şansı hak eden bir olgu. Tabi buradaki Türk karakter lafından kastım da sadece adı Türkçe olan Türkçe konuşan insanlar değil. Bizim kültürümüz, esprilerimiz bile farklı bence. Yazarken bunu çevirmeye çalışsalardı ne olurdu diye çok eğlendiğim noktalar oldu ve gelen yorumlarda insanların da bunları yakaladığını görmek beni çok mutlu ediyor.

Her kitap başka bir dünya, başka bir evrendir. Ben yeni bir tane yaratmaya çalıştım ve farklı olduğuna inanıyorum. Ben kapıyı araladım ama açıp zihnini o evrenle doldurmak okuyucunun elinde. Okuyana çok şey katacağına inanıyorum.

Kitap yazma hayali, planı olanlar için neler önerirsin?

Vazgeçmeyin. Bunu klasik bir öğüt olarak söylemiyorum. Ay Işığı serisi benim yazmaya başladığım ilk eser değildi. Ama pes etmeden, vazgeçmeden sonuna kadar götürdüğüm ilk şeydi. Bunun tadı bambaşka. Siz pes ederseniz kimse sizin için uğraşmaz, karşınıza bir duvar çıktığında onu devirip köprüler yapmam sizin elinizde. Bu hem yazarken karşınıza çıkacak zorluklar için geçerli hem de yayın aşamasında. Ben şanslıydım kitabımı çıkmasını istediğim tek yayınevine gönderdim ve daha ilk seferde DEX beni kabul etti. Ama etmeselerdi de pes etmezdim. Yazdığınız şeye ya da yazmak üzere olduğunuz fikrinize güvenin. Bazen geri dönüp yazdıklarını okumaya da üşenmeyin. Yanınızda hep bir defteriniz olsun ve aklınıza gelen fikir kaçmadan önce not edin (Gülüyor). Bazen detaylar hayat kurtarır.

Sadece kitap içinde değil, hayatınızdaki herhangi bir olayda geriye dönüp baktığınızda gönül rahatlığıyla ben pes etmedim diyebilmeniz çok önemli.

Şehirde favori rotaların?

Okulum Taşkışla Taksim’de, en yakın arkadaşlarımın okuluysa Beşiktaş’ta olduğundan onların yanına giderken hava güzelse stadın yanından Dolmabahçe’ye inerek yürümeyi çok severim. Karşıya geçtiğimizde Moda sahilinde yürümeyi de öyle, Mersin’in ünlü bir sahil şeridi vardır Moda sahili bana onun biraz daha mütevazı haliymiş gibi gelir. Sırf deniz havası almak için sık sık vapura binerim. Ablamla havayı güzel bulduk mu Büyük Ada’ya kaçarız. Son olarak da tarihe, özellikle de mimarlık tarihine çok meraklıyımdır. Kolundan tuttuğumu tarihi yarım adaya götürürüm. Artık kimse benimle birlikte Ayasofya’ya girmek istemiyor, çenem düşüyormuş. Oralarda dolanmak kalabalığa rağmen çok hoşuma gider. Oturup yüzyıllar önce oraların nasıl olduğunu hayal ederim.

Senin için mükemmel bir gün nasıl başlar?

Günün öğlen başlaması yeterli aslında. (Gülüyor). Bazen geç saatlere kadar uyuyabilmek bir böbreğimi satabilirmişim gibi geliyor… Sadece iç mimarlık değil bütün mimarlık fakültesi öğrencileri uyku nedir bilmez. Herkesin uyuduğu yaz tatillerinde de sabaha kadar kitap yazmakla uğraştığım için uyku konusunda kendimi hep 1-0 geride hissediyorum.

Öte yandan sabah çok erken kalksam bile alarmla değil de yüzüme vuran güneşle uyanıyorsam o gün benim için mükemmel olur. Uyurken güneşi hissedip de uyanmayı çok severim.

Son günlerde keşfettiğin en yeni mekan?

Üç gün kadar önce moralim bozuk olduğu için bir arkadaşım beni Beşiktaş’ta çikolata mahzeni diye bir kafeye götürdü. Gerçekten mahzen gibi birkaç basamak inerek giriyorsunuz ve kapıdan geçerken boyut değiştirdiğimize yemin edebilirim. Arkadaşım beni durdurmasa duvarları da çikolatadan mı diye ısırabilirdim. İçerisi hafif loş ve sıcacık bir mekan. Aklıma bile gelmeyecek aromalarda sıcak çikolataları vardı ve ne içerseniz için kendiniz beş yaşında mutlu bir çocuk gibi hissediyorsunuz. Tek kötü yanı içerideki çikolata kokusuna bir süre sonra burnunuzun alışması herhalde.

En sevdiğin kahve?

Acı tatlarla aram hiç yoktur. O yüzden arkadaşlarımla dışarı çıktığımda hep White Mocha alırım ve senin içtiğin şeyin tadı gökkuşağına benziyor diye de hep lafı yerim. Yine de hiçbir şeyi annemin ya da babamın onlara yavru köpek gibi baktığımda benim için yaptıkları sütlü nescafeye değişmem.

 

Yazan:

bikahvebikeyif

Kahve, keyif ve yaşam platformu.